Şemdinli Olaylarının Arkasında Derin Devlet mi var (24 Kasım 2005)

ŞEMDİNLİ OLAYLARININ ARKASINDA DERİN DEVLET Mİ VAR?

  

Emekli Tuğgeneral Tanrıverdi: Şemdinli olayı Ankara'dan bağımsız değildir

 

DERYA BALDUZ

 

İSTANBUL (DİHA) -  Şemdinli'de yaşanan olaylarda açığa çıkan grupların üst kademelerce görevlendirildiğini ve Şemdinli olayının Ankara'dan bağımsız olmadığını belirten Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi "Derin devlet devletteki planlama mekanizmasıdır" dedi. 

Türkiye'nin gündemine bomba gibi düşen ve bir kez daha derin devlet ile JİTEM'in tartışılmasına yol açan Şemdinli olaylarının üzerinden 15 gün geçti. 1967 tarihinden itibaren orduda Teğmen, Kurmay Subay, Binbaşı, Albay, Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı, Kolordu Topçu Alay Komutanlığı ve Tuğgeneral görevlerini üstlenen ve 1996 yılında kadrosuzluktan emekliye ayrılan Adnan Tanrıverdi Şemdinli'deki olayları, derin devlet tartışmalarını ve JİTEM'i  DİHA? YA değerlendirdi. Şemdinli'de açığa çıkan grupların üst kademelerce görevlendirildiğini ve Ankara'dan bağımsız olmadığını belirten Emekli Tuğgeneral Tanrıverdi olayın bölgesel olmadığını söyledi.

 

*Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın Şemdinli olaylarında adı geçen Ali Kaya için "iyi bir çocuktur" belirlemesi yargının yönlendirilmesi olarak değerlendirildi. Sizce bu yerinde bir açıklamamıydı? Konumu itibariyle Büyükanıt'ın bu sözleri sarf etmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Ben Yaşar Büyükanıt'ın bu açıklamasının talihsiz bir açıklama olduğunu düşünüyorum. Eğer böyle bir olay bilgileri dahilinde değilse tahkikatı neticesinde açıklamalar yapmaları daha uygun olurdu. Bağımsız ve tarafsız yargı önünde hüküm giymemiş kimselerin buradaki şekliyle bir eyleme tabi tutulması tasvip edilemez. Bunu araştırmadan olaya karışanları himaye eder tarzdaki açıklamalar doğru değil. Bu sözle "Malumatımız dahilindedir, dolayısıyla incelerken benim bu sözlerimi dikkate alın" yaklaşımı çıkıyor ortaya. Bu nedenle talihsiz bir açıklamadır.

 

*Aradan belli bir zaman geçmesine rağmen devletin veya bu işin üzerine gitmesi gerekenlerin sessiz kalma durumu var. Neden bu sessizlik? 

Şemdinli'de açığa çıkan grupların üst kademelerce görevlendirildiğini düşünüyorum. Bu bölgesel bir olay değil. Bölgedeki güvenlik güçlerinden ziyade maalesef muhtemelen Ankara'nın bu olaydan haberi vardı. Zannederim korkutmayı amaçladılar. Tehdit etmek, sıkıştırmak maksadıyla gidilen bir yerde olay başka türlü oldu. Çünkü güpegündüz orta yerde gidip de infaz etme gibi bir durumun olacağını tahmin etmiyorum. Bombanın kimin tarafından atıldığı konusunda net bir şey söyleyemeyiz çünkü herhangi bir açıklama yok. Olay istenenin dışında geliştiğinden dolayı bomba bırakılmış olabilir. En iyimser yorumum budur. Olaydan sonra devletin güvenlik güçleri bundan geri adım atamadılar. Neticede de bu yanlış istikamette çok istismar da edilmiş olabilir. Planlamanın bölgedeki siviller tarafından yapıldığını düşünmek ise mümkün değil.

 

*Bülent Ecevit'ten Süleyman Demirel'e kadar bir çok siyaset adamı Şemdinli olayı sonrasında derin devlete atıfta bulundu. Sizin derin devlet konusundaki görüşünüz ne? 

Ben derin devleti, devletteki planlama mekanizması olarak değerlendiriyorum. 24 Ekim'de yeni bir döneme etki yapacak Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi Milli Güvenlik Kurulu'nda görüşüldü. Bu belgelerdeki değerlendirmeler ve tehditler devletin mekanizmasını çalıştıracak kontak anahtarı gibidir. Orada bir değerlendirme, bütün devletin alt kademesine kadar olan elemanlarında, kurumlarında ve planlamalarında ;  kanunların kaynaklandığı veya dayandığı anayasa gibi rol oynar. O belgede bir meseleyi tehdit olarak koyarsanız devletin bütün organları bunun tedbirlerini almak durumunda kalır. İşte bu belgede irtica ve bölücülük tehdit olarak konulmuştur. Böyle bir tehdit konulunca devletin mekanizması buna karşı korunma tedbirini alır. Yanlışlık burada. Dıştan destekli bir kısım terör örgütleri bir tehdittir ama bir etnik grup, bir inanç grubu gibi milleti oluşturan unsurların hiçbirisi devlete tehdit olarak bir belgede yer almamalı. Mekanizma "Şu tehdittir, bununla mücadele edeceksin" emriyle otomatik olarak işlemeye başlar. Derin devlet denen husus esas itibariyle o belgedeki saptamalardır. Saptamalardan sonra devletin bütün kademesi o gizli belgedeki esaslara göre harekete geçer. Görevi alanlar daha detaylı düşünmezler. Kendine düşen görevi yaptıkları zaman devletin güvenliğini sağlayacaklarını düşünürler. İşi tepeden düzeltmek ve içerisine tehdit koyarken iyi düşünmek gerekir. Devleti koruyorum diyenler evvela insanı korumalıdır. Bu milletin bazı unsurları devlete düşman ve tehdit gibi gösterilirse yanlış olur ve devletin gücü milletle mücadele eder hale gelir.

 

*JİTEM gibi bir oluşumun varlığı çok tartışılsa da resmi makamlarca açıkça kabul edilmedi. Orduda çalıştığınız dönemde buna ait bilgilere rastladınız mı? JİTEM'e nasıl bakmak gerekiyor? 

Jandarma İstihbarat Teşkilatı bölgeden PKK'ya yardım ve yataklık yapan insanları araştırmak durumundadır. Fakat bunu araştırmanın yöntemleri Şemdinli'deki gibi olmamalıdır. Uzaydan insanın evinin önündeki arabasının plakasının çekildiği bir dönemde böyle bir yöntemle kişilerin o andaki inisiyatif ve ruh haline bağlı bir araştırma yöntemi doğru değil. Devlet bu yöntemle üzerine böyle gidilen insanları ve bunların tabi olduğu toplumları karşısına almış olur. Araştırma olmalı ama bilgilenmenin yöntemi kanunsuz, hukuksuz işlerle ve ilişkilerle olmamalı. Hakkari Valisi Şemdinli'de yakalananların JİTEM elemanları olduğu yönünde açıklama yaptı. Teşkilat olarak bir yere oturtamıyor olabilirsiniz fakat belirli birimlerin içerisinde istihbarat kadroları var. Bu açık olarak bir komutanlık veya birlik olarak görülemez. Zaman zaman yetki ve sorumluluklarının dışına çıkan insanlar bulunabilir. Ama esas itibariyle bunların görevi istihbarat toplamaktır.

 

*Halkın huzurunu korumak ve güvenliğini sağlamakla mükellef kuruluşların önce Susurluk, ardından Şemdinli'deki olaylarda sürekli hukuk dışı pratiklerde anılmalarını toplum nasıl okumalı? 

Devletin kendisini tehdit eder diye düşündüğü unsurları tespitte geri kaldığı şeklinde yorumlayalım bunu. Suçsuz insanlara zarar vermeyen, sadece suçluluları bulup çıkarma yöntemlerini bulamamış olmasına yormak gerekiyor.

 

*Neden bu doğru yöntemleri bulamıyor devlet?

Belki kapasitesi yeterli değil buradaki elemanların. Baştan itibaren bir etnik grubu peşinen suçlu diye kabul ettiğinden bulamıyor. Bu fikrin değişmesi lazım. Biz aynı sınır içerisinde yaşayan bütün vatandaşlarımızın eşit haklara sahip olduğu peşin hükmünü kabul etmeliyiz. Bunda eğer biraz sapma olmuşsa yanlış hareketler de çok olur. Ve Türkiye'de bu konuda bir sapma var, böyle peşin suçlu kabul ederek bir toplumu yanlış bir şekilde zan altında bırakmak var.

 

*Kimler yapıyor bunu? 

Eğer siz bölücülüğü bir tehdit olarak belirlerseniz ve bölücülüğü hangi etnik grubun yaptığını oraya koyarsanız böyle bir sonuç ortaya çıkar. Genelkurmay Başkanımız "Yoksulluk ve göç tehdittir" dedi. Yoksulluk hiç tehdit olur mu? Bir şeye tehdit derseniz o askeri literatürde düşman anlamına gelir. Oysa göç ve göç eden insanlar ile yoksulluk ancak sorun olabilir. Tehdit derseniz iş değişir ve tedbir almanız gerekir. Tedbir tedricen değişir ve askeri tedbire, güç kullanmaya kadar gider. Eğer devletin mekanizmasının başlangıcı bir grubu tehdit olarak değerlendiriyorsa devlet mekanizması da buna göre işler. İşte o belgeyi belirleyenler insanlardır. Türkiye'de şu anda böyle bir gerçek var. Bunun yanlış olduğunu ben de söylüyorum. Bir toplum düşman olarak değerlendirilemez. Benim görev yaptığım Malazgirt'te bölgedeki köylerden birinin muhtarı gelmişti. Neden böyle oluyor? diye sohbet ederken bana dedi ki, "Bakın Albayım, devletin güvenlik güçleri köye gelirse, şu evde bir terörist var diye ihbar alsa, o evi kuşatsa, orada terörist bulamasa, kadını, çocuğu, erkeği bütün köyün insanını meydana toplasa, oradan insanları duvarlararın arkasında dövse oradaki insanlar devlete dost mu olur, düşman mı olur?" dedi. Böyle bir işlem kesin olarak doğru değil ama Türkiye'de yapıldı. Bu kadar insan böyle mağdur edilemez. Bir terör örgütü ile toplumu ayırmak lazım. Bizim açmazımız burada.

 

*Derin devletin veya JİTEM'in dış istihbarat güçleri tarafından yönlendirildiği yönünde görüşler var. Gerçekten Türkiye istihbaratı dış istihbarat tarafından yönlendiriliyor mu? 

Biz ancak dış güçlerin görünen mücadele vasıtalarını değerlendirebiliyoruz. Oysa görünmeyenleri çok daha fazla. Şemdinli'deki olay tesadüfen ortaya çıkmış olabilir fakat bundan yararlanmak o güçlerin en başta kullandıkları silahlardır. Bunu kullanırsa bizim istihbaratımızı zaten yönlendirir. Olayları provake ederek yönlendirmeye çalışıyorlar veya terörü bizzat yaparak istihbaratımızı yönlendiriyorlar. Bunun dışında işbirliği yapılan istihbarat örgütleri tarafından akan bilgiler vasıtasıyla da yönlendirme oluyor.

 

*Şemdinli'de yaşanan olaylardan sonra ortaya çıkan tabloda hukuk devleti olmanın gereklerine göre Türkiye'nin aydınlatması gereken hususlar neler? 

Bu olayda en başta oradaki 3 kişinin görevi kimden ve hangi kademelerden aldıkları tespit edilmeli, o kademeler hakkında idari ve hukuki işlemler yapılmalı. Esas olarak Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi'ndeki iç tehdit bölümünde devleti toplumun üzerinde bir güç olarak kullanmaya sebep olan değerlendirme çıkarılmalı. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu?nun 35. maddesine de Milli Güvenlik Siyaset Belgesi meşruiyet kazandırıyor. Bu tehdidi yazmazsanız 35. madde havada kalır. Onun cari hale getirilmesinin dayanağı bu belgedir. Silaha mermi koyarsınız ama onu patlatan mekanizmadır. 35. madde mermidir, mekanizma ise Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'dir. Devlet evvela bakış açısını iki taraflı olarak değiştirmelidir. Bizim bu konularda biraz daha sükunete ve sakin düşünmeye ihtiyacımız var. Devletin bakış açısı kesinlikle peşin hükümlü. Bir toplumu, bir bölgenin insanının devleti bölmeye ve yıkmaya çalışan, mücadele edilmesi gerekenler olarak gören düşünceden kurtulunmalı. En önemli iş bu konuda cesaretli siyasilere düşüyor. Milletimizin barış içinde yaşaması için milletin tüm vatandaşlarının eşit haklara sahip olması şart. Kimse kimseden üstün değildir. Bu bilinçle kimlikler, kültürler yayılabilir. İnsan hak ve özgürlüklerine adil yaklaşan bir mantığa sahip olununca bütün sorunlar çözülür.

 

*Türkiye bu konuda somut olarak neler yapmalı? 

Öncelikle düşünce ve fikirlere serbest ortam bırakmalı. Birisi ben Kürdüm, komünistim veya Müslüman?ım diyorsa bunu kabul etmek gerek. Kabul edildikten sonra yakınlaşma olur. Fikirlerimiz değişik olabilir ama bu özgürlük ortamı yaratılırsa insanlarımızın tamamına yakını bu prensiplere sahip çıkar. Ayrıca kamu görevlilerimiz kesin olarak kanunsuz işlere girişmemeli. Yetkilerini kullanırken mutlaka kendilerini karşılarındaki insanların yerine koymalı. Bugün biz devlette görevliyiz, yarın ayrılabiliriz. Faaliyetlerin merkezine insanı koyan bir idare ve yönetimin elemanları olmak yönünde gayret sarf etmeliler. Devletin güçlerini elinde bulunduran liderler toplumları ayrıştıracak peşin hükümlü, şartlanmış görüşleri bir daha değerlendirsinler. Müşterek değerler etrafında toplumsal barışı sağlayabilme imkanının olduğunu düşünüyorum.

 

*Bu tür olayların üzerine gidilmemesi toplumda nasıl sonuçlar yaratır? 

Toplum içerisinde devlete karşı derin güvensizlik yaratır. Bu nedenle yetkililerin kısa bir zaman içinde Şemdinli olaylarını aydınlatması, sorumluları yargıya havale etmesi ve halkın içini rahatlatacak kararlar alması gerekir. Bu mutlaka kademeleriyle birlikte bulunmalı. Sorumluluk oradaki 3 kişi üzerinde kalmamalı çünkü iş sadece 3 kişiyle sınırlı değil. İnsanımıza da çağrımız var; sabırlı olmamız gerekiyor. Devletin gücü bazı kimseler elinde yanlış kullanılıyor olabilir ama bu gemi batarsa hepimiz batarız. Pireye kızıp yorgan yakılmamalı, şiddete varan olaylara tevessül edilmemeli. Büyüklerin gençlere daha barışçı bir ortam içinde yaklaşması gerekiyor. Polislerimiz 150 kişilik gösterilere bile müdahale ediyor. Bu tür olaylarda görevli olan güvenlik güçleri eylem yapan insanları korumalı. Onlar sıkıntılarını dile getirsinler, konuşsunlar ve dağılsınlar. Şiddete sebep olunmasın. Bu görev evvela devlete düşüyor. Devletin görevlileri çok sabırlı ve sakin olarak şiddetten kaçınmalı. İdareden memnun olmayan insanlar her zaman olabilir. Onlara tepkilerini gösterecek rahat bir ortam yaratılmalı. Yani Yüksekova'da cenazesini kaldıran insanların üzerinden uçak geçirilmesinin mantığını ben anlayamıyorum. Bu tür yaklaşımlar olmamalı.

 

Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi Kimdir

 

8 Kasım 1944 tarihinde Konya'nın Akşehir ilçesinde doğan Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, 1964 yılında Kara Harp Okuluna girerek 30 Ağustos 1966 yılında Topçu Subayı olarak Kara Harp okulunu bitirdi.

1967 yılında Topçu ve Füze Okulu subay temel kursunu bitiren Tanrıverdi, Mart 1967 tarihinde Teğmenliğe nasb edildi.

30 Ağustos 1970'de Üsteğmen, 30 Ağustos 1973'de Yüzbaşı rütbesine yükseltilen Tanrıverdi 1976-1978 yıllarında Kara Harp Akademisi'nde öğrenim görerek 1978 yılında Kurmay Subay oldu.

1980 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisini bitiren  Tanrıverdi 30 Ağustos 1980 tarihinde mümtazen terfi ettirilerek Binbaşılığa, 30 Ağustos 1984 tarihinde Yarbaylığa, 30 Ağustos 1987 tarihinde de Albaylığa yükseltildi.

1986-1988 yıllarında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı, 1988-1990 yıllarında Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1. ve 2. Dairelerinde Sb. Üyelik ve 1. Daire Bşk. V.liği görevlerinde bulunan Tanrıverdi 1990 yılında 8. Kolordu Topçu Alay Komutanlığı (Malazgirt) görevine atandı ve bu görevde iken 30 Ağustos 1992 tarihinde Tuğgeneral'liğe yükseltildi.

1992-1995 yılları arasında üç yıl 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı, 1995-1996 yıllarında da Kara Kuvvetleri Sağlık Daire Başkanlığı görevlerinde bulunan Tanrıverdi, 30 Ağustos 1996 yılında kadrosuzluktan emekliye ayrıldı.

2004'ün Kasım ayından itibaren de Adaleti Savunanlar Derneği'nin (ASDER) Genel Başkanlık görevini sürdürüyor.

Paylaşmak ister miydiniz?

Submit to DeliciousSubmit to DiggSubmit to FacebookSubmit to Google BookmarksSubmit to StumbleuponSubmit to TechnoratiSubmit to TwitterSubmit to LinkedIn