Terörle Mücadele Konusunda Bir Söyleşi (18 Aralık 2008)

TERÖRLE MÜCADELE

KONUSUNDA BİR SÖYLEŞİ

(03,04 Aralık 2008 Tarihlerinde Yeni Asya Gazetesinde yayınlanan, Mustafa Özmen ile yaptığımız söyleşidir.)

Devlet önce kendi yanlışını düzeltmeli

Mustafa Gökmen (M.G.):Yeni Asya?ya konuşan ASDER Başkanı Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, Doğu illerinin devlet görevlerinde bir ?sürgün? değil, ?terfi? yeri olması gerektiğini kaydetti. Bir yerde sorun varsa evvelâ oranın yöneticilerine bakılması gerektiğini dile getiren Tanrıverdi, şöyle dedi:

?Evvelâ devleti temsil edenler orada sorunun çıkmasına sebep olmuşlardır. Yani sorun çıkmışsa birinci sebep devletin yöneticileridir. İkinci sebep de bölgenin insanıdır. Buna böyle bakmak lâzım. Evvelâ devlet kendi yanlışını düzeltmek mecburiyetindedir.?

 

Ülkemiz uzun bir süredir terör belâsıyla uğraşıyor. Terör ülkemizin maddî ve manevî kalkınmasının önünde büyük bir engel. Siz de bir dönem Doğu ve Güneydoğu bölgesinde görev yapmış bir isim olarak oralarda neler dönüyor. Gözlemleriniz nelerdir? Tecrübelerinize dayanarak neler söylemek istersiniz?

Adnan Tanrıverdi (A.T.):Terör ile terörizmi mutlaka ayırmak lâzım. Bence mücadeleyi sadece silâhlı kuvvetlerin sorumluluğuna terk etmek sorunu çözümsüzlüğe götüren sebeplerden birisi. Bu sorun sadece askerî bir mesele değildir. Orada terörü mutlaka bütün boyutlarıyla inceleyen millî bir tavır gerekiyor. Yani sosyal yönü var. Siyasî ve ekonomik yönü var. Askerî yönü de var tabii. Devletin yöneticileri, bütün bunlarla beraber meseleyi incelerse, eğer buna öncelik verirse netice alınır. Yani bu meseleye öncelik vermek demek, bizde meselâ, bir komutan bir harekâtta öncelik verdiği yerde bulunur ki o bölge daha güçlü olsun. Bu şu demektir: Diyelim ki hükümet, Bakanlar Kurulu, haftada bir mi olur, 15 günde bir mi olur, belirli periyotlarda toplantılarını bu hassas olan illerde yapsa. Ve bu illerin sorunlarını yerinde alsa. Çözümlerine de orada karar verip bir dahaki toplantıya kadar olan gelişmeleri de görev olarak verse. Bir kere o bölge insanı ile devlet arasındaki sorunların büyük bir bölümünü çözme imkânına sahip olur.

Bizim gözlemlediğimiz bir takım hususlar var. Biz Güneydoğu?da bulunduğumuz süre içerisinde insanların büyük bir bölümü yüzde 80 diyebiliriz, bunlar PKK?nın zihniyetini benimsemiyor. Ona destek de veremiyor. Ama zor karşısında, onun şerrinden çekindiğinden dolayı hem maddî destek hem de evlâdını göndermek mecburiyetinde kalarak desteklemek durumunda bulunuyor. Bölgenin insanını teröre karşı korumak devletin görevi.

M.G.: Devlet bölge halkını teröre karşı koruyamıyor mu? Bölgedeki idarecilerin tavrı halka karşı nasıl?

A.T. : O bölgeye gönderilen yöneticilerin gerek mülkî yöneticiler, gerekse devletin oradaki temsilcileri, güvenlik güçleri, asker-polis emniyet güçleri, sivil bürokratlar, bunların idealist ve enerjik olanları oraya gönderilmeli. Ve Güneydoğu Anadolu bu kadrolar için başarılarına göre bir terfi yeri olmalı. Oraya kaymakam olarak giden bu tarafa vali olarak dönmeli. Vali olarak gidenler batıda büyük şehirlerde vali olabilecek şekilde terfi ettirilmeli.

Silâhlı Kuvvetlerde belli bir kalma süresi var, garnizonları da bir sisteme sokmuş. Herkes sırayla dönüşümlü bir şekilde gidiyor. Ama sivil bürokrat kamunun ve merkezî idarenin sivil kesimlerinde burada (Batıda) 10-15 sene kalmış. Bir yanlış yapmış. ?Bunun yerini değiştirelim? demişler. ?Nereye gönderelim? tabi daha ?kötü bir yere gönderelim? demişler. Tabi Güneydoğu imkânlar bakımından kısıtlı olan yerler. Modern imkânları çok değil. İklim şartları iyi değil. Teknik ve ulaşım imkânı çok değil. Sosyal imkânları zayıf olan mahrumiyet bölgeleri buralar. Mahrumiyet bölgeleri görüldüğü için buralar, bu insanlar oralara gönderilmiş.

Bilâkis oralar idealist insanların daha enerjik insanların, halkla camide, cemaatte, her yerde beraber olabilecek insanların, oraya gönderilmesi lâzım ki halkla bütünleşsin. Yani o insanların içine girdiğin zaman nereye gidiyorlar camiye. Eğer o insanlarla camide beraber olursanız, rütbeniz, mevkiniz, makamınız, ne olursa olsun, size itibar ediyorlar, sizinle bütünleşiyorlar. Bu bence çözümün en önemli kısmı. Yani gönderilen yöneticinin kendini bölgenin insanı gibi hissedip, bölgenin insanıyla beraber hareket edebilmesi ve bölgenin sorunlarına o bölgenin insanlarıyla çare bulacak gayretin içerisine girebilmesidir. Çok bir şey yapmadan ama dikkatli atamalarla yapılabilecek, ulaşılabilecek bir sonuç bence.

 

TERÖRLE MÜCADELEDE, EVVELÂ

DEVLET

KENDİ YANLIŞLARINI DÜZELTMELİ

 

M.G.: Bediüzzaman Hazretleri?nin I. Meclis?te 1922?de yaptığı bir konuşma var. Bu konuşmanın bir yerinde günümüze de ışık tutan şöyle ifadeler geçiyor: ?Bu millet-i İslâmın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hatta fasık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hatta, umum Şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: ?Acaba namaz kılıyorlar mı?? derler. Namaz kılarsa, mutlak emniyet ederler, kılmazsa, ne kadar muktedir olsa, nazarlarında müttehemdir. Bir zaman, Beytüşşebap aşairinde isyan vardı. Ben gittim, sordum: ?Sebep nedir?? Dediler ki: ?Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?? Halbuki, bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler.? Bu ifadelerden hareketle ne söylemek istersiniz?

 

A.T.: Bunlar doğru tesbitler. Şahsen benim de bir değerlendirmem var. Bir yerde sorun varsa evvelâ oranın yöneticilerine bakacaksınız. Evvelâ devleti temsil edenler orada sorunun çıkmasına sebep olmuşlardır. Yani sorun çıkmışsa birinci sebep devletin yöneticileridir. İkinci sebep de bölgenin insanıdır. Buna böyle bakmak lâzım. Evvelâ devlet kendi yanlışını düzeltmek mecburiyetindedir. Onlar da bizim vatandaşımız.

 

M.G.: Bu tesbitinizden hareket edersek, asker ve sivil bürokratların sorun çıkmasında ne gibi katkıları oluyor? Acaba bölgedeki gösteriler ve yürüyüşlerde müdahale noktasında taktik hatalar mı söz konusu?

 

A.T.: Bir kere devletin bu sosyal tepkilerin üzerine güvenlik güçleriyle gitme taktiği yanlış. Meselâ zannediyorum Doğubeyazıt?daydı. Belediye Başkanı dedi ki ?biz şu meydanda toplantı yapmak istiyoruz.?

Mülki amir kaymakam veya emniyet müdürüydü. ?Hayır o meydan değil şu meydanda yapacaksınız? dedi. Bu bence yanlış. Amaç engellemek mi, bir olay çıkmasını önlemek mi? Tabi ilk baştan gerginliğe, arkasından da bir kişinin ölmesine sebep oldu. Halbuki nerede istiyorlarsa toplantıyı yapsınlar. Devletin güvenlik güçlerinin de o toplanan kişilerin etrafa zarar vermesini engelleyecek tedbirleri alması lâzım. Ama alırken de İl İdaresi Kanunu?na göre, böyle bir olay olduğu zaman önce polis müdahale eder, arkasından jandarma müdahale eder, yetmezse arkasından İl Garnizon Komutanlığı?ndan asker desteği istenir. Bunlar böyle damla damla konur gibi, az az kuvvetlerle bu tedbirler alınmaya çalışıldığı için de sonuçta esas devletin gücü tam olarak orada gösterilemeden, toplanamadan olaylar çıkmış olur. Bu nedenle devletin o tahmin edilen toplantı, yürüyüş vs. gibi durumlarda bir emir komuta birliği içerisinde polisi, jandarmayı, askeri aynı anda kanunî yetkilerini vermek suretiyle kullanmak gerekir. Meselâ Ben Malazgirt?te alay komutanı iken, ilk 1992 Nevruz Olayları olmuştu. Bu tarih, nevruz olayları ile, bir halk ayaklanmasının başlatılma tarihiydi. Dönemin Muş Valisi Malazgirt?te bir toplantı yaptı. Kaymakam, Emniyet Müdürü, Jandarma Komutanı, biz de bulunduk Garnizon Komutanı olarak. Aldıkları bilgileri naklettiler orada. Ve ertesi gün olabilecek olayları değerlendirdiler. Ben de kendilerine dedim ki: ?Sabah saat 07:00?den, akşam 19:00?a kadar buradaki çıkacak olayları önlemek için emir komuta sizdedir? diye bir yazı ile bildirirseniz. Böyle bir düzen isterseniz, ben sabahtan itibaren tertibatımı alırım. Ve akşama kadar herhangi bir şey olmaz? dedik.

Hemen Muş Valisi, Sabah 07:00?den itibaren tedbir almamız için bir yazı ile bizden talepte bulundu. Biz de gerekli tedbirleri aldık. Elhamdülillah, kimsenin burnu kanamadan o gün geçti. Yani bu tür olaylarda emniyet, yani polis, jandarma ve askerin, haber alınan veyahut da yapılacak toplantıların kontrol altında bulunması için başlangıçtan itibaren tedbir alması gerekir. Toplanan insanlar söyleyeceklerini söylesinler. Efendim propagandalarını yapsınlar. Tepkilerini göstersinler. Onlar sakince dağılana kadar kontrol altında tutulması lâzım. Etrafa sıçrayıp zarar vermesinin önlenmesi lâzım.

 

M.G.:Adaleti Savunanlar Derneği?nin (ASDER) faaliyetleri nelerdir?

 

A.T.: Derneğimiz esas itibariyle, öncelikle 28 Şubat süreci öncesinde silâhlı kuvvetlerden dinî inançları nedeniyle tasfiye edilen arkadaşların kurduğu bir dernek. Tabi Yüksek Askerî Şûrâ (YAŞ) kararlarıyla herhangi bir yasal suç isnad edilmeden ve yüklendiği suçla ilgili savunması alınmadan, Silâhlı Kuvvetlerin disiplinini teminle görevli yargı mercilerinin herhangi birisinde suçlanarak yargılanmadan ve de yargıya başvurma hakkı da verilmeden Silâhlı Kuvvetler?den, bir noktada, zamanın ideolojik saplantılı yönetim tarafından tasfiye edilen arkadaşlar.

M.G.: Bunların sayısı ne kadardır?

A.T.: Yaklaşık 1990?dan bugüne kadar 1621 subay ve astsubay bu şekilde silâhlı kuvvetlerden çıkarıldı. Tabi bu arkadaşlar uğradıkları bu haksızlık nedeniyle bu derneği kurdular. Ben bu derneğin kurulmadan önceki çalışmalarında da bulundum. Toplantılarına da katıldım. Çok büyük mağduriyet içerisinde bulunan arkadaşlarımızı gördük ve 2000 yılında dernekleştiler. 2004 yılına kadar kendisi de bir YAŞ mağduru olan Prof. Dr. Albay Ahmet Alper derneğimizin başkanlığını yaptı. Şimdi de kendisi derneğin onursal başkanıdır. Çok değerli bir arkadaşımız. 2004 yılından buyana da derneğin faaliyetlerini ben sürdürüyorum.

Derneğimiz her şeyden önce, Silâhlı Kuvvetlerde benzeri mağduriyetlerin olmaması için gayretlerini teksif etmiş vaziyette. Önce bunun temin edilip, arkasından da kaybedilmiş hakların kendilerine verilmesi için mücadelelerini sürdürüyorlar. Ama esas itibariyle bu arkadaşlarımız hem silâhlı kuvvetlerin içerisinde bulunmuş olmalarının hem de milletin manevî değerlerine sahip olmaları bakımından önemli bir boşluğu da dolduruyorlar. Yani fikir bakımından ülkemizdeki sivil kesimde ve basında oluşan bazı yorumlara daha değişik yorumlarla bence önemli bir katkıda bulunuyorlar.

 

M.G.: İçeriden bir bakış açısıyla yani...

 

A.T.: Evet. Hem silâhlı kuvvetleri bilen hem de dinî inançlarla donanımlı olan bu arkadaşların bence ülkemiz meseleleri üzerindeki tesbitleri daha gerçekçi. Ben şunu da vurgulamak istiyorum. Tabi çıkartılış gerekçeleri, hem 926 Sayılı Kanunun ilgili maddelerinde hem de sicil yönetmeliğinde ?disiplinsizlik? ile suçlanarak çıkartılıyorlar. Fakat bu arkadaşlarımızın askerî hayatlarını incelediğimiz zaman hiçbirinin ne disiplin amirlerinden, ne de silâhlı kuvvetler bünyesinde bulunan disiplin mahkemesi ya da askerî mahkeme gibi herhangi bir mahkemeden ceza almamış arkadaşlar. Bunun karşılığında çoğunun 30-40'a yakın, amirlerinden aldıkları ?takdirnameleri? var. Yani zannedildiği gibi disiplinsiz değiller. Sadece ya kendi inançlarından dolayı silâhlı kuvvetler bu arkadaşları hazmedemedi, veyahut da eşlerinin giyim kuşamı ve başörtüsü sebebiyle hazmedemediler.

Arkadaşlarımız Silâhlı Kuvvetlerde disiplinsiz değildi. Bir de inançları sebebiyle devlete zararlı olabileceği düşüncesiyle tasfiye edildiler. Hiçbir arkadaşımızın bu işleme tabi tutulduktan sonra, aradan bunca zaman geçti, hiçbirinin ne adi bir suçu, ne de devlete karşı organize bir girişimi, ne de silâhlı kuvvetler aleyhine herhangi bir hareketi olmamıştır. Bunu bir kader olarak kabul edip kendilerine yeni bir hayat kurmuşlardır. Yani ne disiplinsizdirler ne de devlet için tehdittirler. Bilâkis silâhlı kuvvetlerin içerisinde bence millî menfaatlerin sağlanabileceği kilit insanlardı. Bunların silâhlı kuvvetlerden çıkartılması silâhlı kuvvetleri ülkenin inanç ekseninin tersine itmiş oldu diyebiliriz.

 

PKK, ABD VE İSRAİL?İN GİZLİ ORDUSU

M.G.: Terörün tarihi sebepleri nelerdir? Osmanlı devleti bölgeye hakimiyetini nasıl kurdu? Kurulan bu otorite nasıl sarsıldı? Bugünlere nasıl gelindi?

Terörün tarihi sebepleri nelerdir? Osmanlı devleti bölgeye hakimiyetini nasıl kurdu? Kurulan bu otorite nasıl sarsıldı? Bugünlere nasıl gelindi?

 

A.T.: Bölgenin insanını tarihiyle beraber bir incelememiz lâzım. Yani biz resmî söylem olarak ?Kürt yoktur? dedik hep. Yani ben Harp Akademilerinde, öğrenci olarak okurken yıkıcı ve bölücü akımlarla ilgili konferans veren arkadaşımız, verdiği konferansın içerisinde ?Kürtlerin aslı Türk?tür, onlar da Orta Asya?dan gelmişlerdir. Böyle bir şey yoktur? demişti. Biz de tabiî o zaman dersanede bunu söylemek çok kolay değildi. Çıkıp: ?Adam ben Kürt?üm diyor. Biz yoktur diyoruz. Böyle şey olur mu yani? Ben Kürt?üm varım diyorsa vardır? diyemedik.

Şimdi tarihi incelediğimiz zaman, tarih sahnesinde, Ortadoğu, Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarında 5. ve 6.yüzyıllarda Kürt varlığı var. Tabii daha sonraları İslâm ile temasları var. Osmanlı ile ilk temasları ise Yavuz Sultan Selim?in Çaldıran Savaşı sırasında olmuş. Tabii İran Şiî, Osmanlı Sünnî olduğundan dolayı Şah İsmail?e karşı Yavuz?u desteklemek üzere bütün Aşiretler katılmışlar. İdris?i Bitlisi bir Kürt din âlimidir. Yavuz?a mektup yazmıştır. Diyarbakır, Hakkâri, Van, Bitlis?teki aşiretlerin tamamını Yavuz?a bağlamıştır. Ve o tarihten itibaren Kürtler sürekli Osmanlı ordusunun içerisinde bir güç olarak katılmış ve her savaşında vardır. Tanzimat Fermanı?na kadar bu böyle devam ediyor. Tabii Yavuz?un o bölgedeki aşiretlere verdiği bir takım muhtariyetler var. O muhtariyetliklerle devlete sürekli bağlı kalmışlar. Ne zaman merkezi yönetim, merkezden idarî baskı söz konusu olmaya başlayınca isyanlar başlamış. Sonra II. Abdülhamid 1897?de Hamidiye Alaylarını kuruyor. Kürt veya Aşiret alayları diye de geçer. Ondan sonra o bölgede 1924?e kadar hiçbir isyan, devlete karşı bir başkaldırı yoktur. Ne zaman ki Türkiye Cumhuriyeti?ni kurmuşuz. Asıl ırk olarak Türk ırkını öne çıkarmaya başlamış zamanın yöneticileri. Ondan sonra bölgede aşağı yukarı 20'ye yakın isyanlar var. Cumhuriyet Dönemi?nin başında bu kadar isyanlar var. Bu isyanların sebebini araştırmadan bölgenin etnik olan sorununa çözüm bulmak mümkün değildir.

 

TERÖRÜ BESLEYEN UNSUR,

KAVMİYETÇİ

MİLLİYETÇİLER

 

M.G.: Peki bu terörün beslendiği ana kaynak nedir sizce?

 

A.T.: Bugün bu sorunu oluşturan kavmiyetçi Türk milliyetçileri yani seküler Türk milliyetçileriyle din dışı ırkçılığı öne çıkaran Kürt milliyetçileridir. Türk milliyetçileri devletin önemli kademelerinde temsil edildikleri için, devlet politikası bunların düşüncelerine göre şekillenmiş, karşı taraftan da kavmiyetçi Kürt milliyetçileri örgütlenerek bunlar da din dışı ideolojileri ile devlete karşı çıkmışlar. Kavmiyetçi Kürt milliyetçileri, Zerdüştlüğü Kürtlerin dini olarak kabul ederler. Zerdüştlüğün bir anlamı şeytana tapmaktır. Netice olarak bu dini kendi millî dinleri olarak kabul ediyorlar. Ama bunlar örgütlenebildikleri için toplum üzerinde baskı oluşturabiliyorlar.

Bu taraftan da Kürt toplumunu etkileyen veyahut da onları devlete karşıymış gibi gösteren bu iki grup. Bir tarafta kavmiyetçi Türk milliyetçileri diğer tarafta da Kavmiyetçi

Kürt milliyetçileri... Bunlar iki toplumu birbirleriyle çatışmaya götürüyorlar. Bunların etkisinden kurtulmak lâzım. Tarihe baktığımız zaman din bizim en birleştirici, bütün değerlerimizi müktesebatımızı beraber birlikte yapan bir unsur. Elhamdülillah hepimiz de Müslümanız. Eğer devlet olarak o bölge insanı nezdinde bu öne çıkartılırsa, yöneticiler buna gerekli değeri ve saygı verirlerse bence önce bu halkın devlete olan bağlılığı arttırılır. Bundan sonra teröristler orada barınma imkânı bulamazlar. Tabi askeri tedbirlerde, mücadelede bir takım değişiklikler yapılması gerekir.

 

DEVLET, İSTİSMAR EDİLEBİLECEK KONULARI ORTADAN KALDIRMALI

 

M.G.: Terörün bu kadar azmasında dış unsurların etkisi nedir? Meselâ ABD?nin PKK?yı desteklediği iddiaları var. Bu konuda düşünceleriniz nelerdir?

 

A.T.: Bizim değerlendirmemiz PKK?nın ABD ve İsrail?in Türkiye?deki gizli ordusu olduğu yönündedir.

Yani onların desteği olmadan PKK?nın sınır ötesinde bu denli barınabilmesi ve de Türkiye?de bu tür faaliyetlerin icra edilebilmesi mümkün değildir. Tabi İsrail ve ABD?nin bu konudaki stratejisi şöyle: Devletlerin görünen güçlerini resmî güçleriyle desteklerken, onun içinden çıkarttığı bu tür mukavemetleri de gayriresmî olarak destekliyor ve bu ikisini dengede tutmak suretiyle o devleti kendi güdümünde tutuyor. Amerika ve İsrail?in uluslar arası hâkimiyet politikası böyle. Amerika bunu dünyaya açılmadan yani Amerika kıt?asında bunu böyle uygulamış ve hâlâ böyle uyguluyor. E tabi bunun için Amerika?ya kızarak bir yere varamayız. Her şeyden önce kendimiz ülkemizin içerisindeki istismar edilebilecek sorunları ortadan kaldırmamız gerekir. Evet Amerika destekliyor olabilir. Bizler de nizamî davranışlarımızı onlara paralel yapabiliriz. Ama bizim de o bölgedeki Amerika?nın Irak?tan çıkartılması için çalışan güçlerin desteklenmesi bunun cevabı olmalı. Yani buradaki desteğin karşı cevabı böyle olmalı. Böyle mukabele etmemiz gerekir. Amerika?nın Irak?ta bulunması demek bizim bu terörle sınır ötesinde daha çok yaşayacağımız anlamına geliyor. Amerika?nın oradan Irak?tan çıkması ve Ortadoğu?yu terk etmesi için Türkiye bütün imkânlarını kullanması lâzım.

M.G.: Öcalan?ın Suriye?den çıkarılmasından sonra Rusya, İtalya, Yunanistan gibi değişik ülkeler tarafından korunduğunu gördük. Nayrobi?de de teslim edildi. Bu şartlı bir teslim miydi?

A.T.: Gayet tabiî ki teslim edildi. Amerika PKK ile ilgili bir strateji değişikliği yapacaktı. Üslerini Suriye?den Irak?a kaydıracaktı. Mevcut yöneticilerini tasfiye edip, yeni genç yöneticilerle devam etti. Yani şöyle düşünebiliriz. Nizamî bir görev bile olsa. Meselâ Cumhurbaşkanımızın bile seçilme süresi belli. 5 yıl bir daha 5 sene. Yani 3 dönem değil yani. Neden? Çünkü yorulur orada insanlar. Peki bu terörü organize eden insanlar yorulmazlar mı? Hem de her gün ölüm tehlikesini içinde hissederek yaşayan insanlar... İşte bu tür insanları belirli sürelerde değiştirmek onları kullanan devletlerin düşündüğü şeyler... Meselâ bizim iki yıldan bu yana Amerika ile üst üste yaptığımız anlaşma çerçevesinde Kuzey Irak?a yaptığımız PKK?ya karşı yürüttüğümüz operasyonlar Amerika?nın PKK?nın yönetim kadrosu üzerinde değişiklik yapma düşüncesinden kaynaklandığı düşüncesindeyim ben. Yani PEJAK?ı kurdu. Daha çok İran?a yönelik hareket yapsın. Amerika?nın şimdi esas hedefi İran. Bunun için Türkiye?nin sınır ötesine yaptığı operasyonlar, PKK?nın eski kadrolarının tasfiyesine yarıyor diyebiliriz. Türkiye de mutlaka bundan istifade edebilir. İran ile de mutlaka birlikte hareket etmesi gerekir. Dış güç olarak destekleyen, besleyen şimdi Amerika ve İsrail ama, Türkiye üzerinde emeli ve hesabı olan her ülkede buna destek verir. Bu onların görevi. Bizim görevimiz de kendi milletimizi kendi halkımızı devletle barıştırıp, dışarının istismar edebileceği sorunlarımızı asgarîye indirmek olmalı, her şeyden önce siyasî kadroların yapacağı görevler olmalıdır. Bunun arkasından da askerî tedbirleri de buna paralel olarak almak gerekir.

 

TERÖRÜN ÜZERİNE ÖZEL HAREKÂT

TİMLERİYLE GİDİLİRSE SONUÇ ALINIR

 

M.G.: Aktütün örneğinde olduğu gibi karakolların yapısının çürük gözükmesi... Daha muhkem karakollar yapılamaz mıydı?

A.T.: Karakolların meselesi göründüğü gibi aslında baraka gibi değil. Karakolların kendileri öyle değil ama daha korumalı, PKK?nın elindeki silâhlarla etki edemeyeceği karakollara ihtiyaç var. Bir de oralar Jandarma?nın. Jandarma bölüğü vardı meselâ orada. Ama Genelkurmay meseleyi açıkladı. Meselâ onun açıklanması Hakkâri?deki Tatkik Jandarma Tugay Komutanlığı?ndan yapılsaydı. Veyahut Van?daki Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığında bu baskın anlatılsaydı bence halkın beklediği daha tatmin edici bilgiler verilirdi. Genelkurmay seviyesinde o kadar karakoldan bir tanesi sevk ve idaresi edilemez. Çok değişik bilgilerden dolayı. O olayın nasıl geliştiği de orada ifade edilemezdi. Olayı yaşamak lâzım. O bakımdan brifingin Genelkurmay?da verilmesini de teknik bir hata olarak kabul etmek lâzım.

Sonuç olarak şu noktaya geliyoruz. Askerî güç olarak nizamî güçlerle gayrinizamî güçlerin mücadelesi kolay değil. O sebeple düzensiz şartlar içerisinde harekât yapabilecek özel harekât özel timlerin üzerinde yoğunlaşacak şekilde harekât icra edilse. Sınırların ötesi silâhlı kuvvetlere, sınırların içerisindeki güvenlik harekâtı İçişleri Başkanlığına verilse. Ve Genelkurmay Başkanlığı devamlı sınır ötesini düşünse ve elindeki özel kuvvetler komutanlığıyla, çünkü bu harekât gayrinizamî bir harekât onlar da gayrinizamî harekâta karşı kullanılacak ülkemizin elindeki en iyi güçtür. Onlar vasıtasıyla nokta operasyonlar yapacak şekilde, sınır ötesinde sürekli göz keşfini de temin edecek şekilde, sadece tesiriyle bölgede varlığını hissettirecek kuvvetlerle bu harekât sonuna kadar sınır ötesinde sürdürülmesi lâzım. Sınır içerisinde de tabiî ki bazı birliklere sorumluluklar verilerek sınır ötesinden daha az tehdit geleceği için daha başarılı olunabilir. Mutlaka da bunu destekleyen devletlerle de politik alanda olsun, diğer alanlarda olsun bunun hesaplaşmasını da yapmak gerekir. İnşallah Allahü Teâlâ milletimizin yüzüne güler. Dinî esas itibariyle bu bölge insanıyla barışsak bu işin çözümünün yarıdan çoğunu yapmış oluruz.

Paylaşmak ister miydiniz?

Submit to DeliciousSubmit to DiggSubmit to FacebookSubmit to Google BookmarksSubmit to StumbleuponSubmit to TechnoratiSubmit to TwitterSubmit to LinkedIn