Dış Siyaset

KIBRIS?TA  KALICI  STATÜ  İÇİN  ATILACAK  ADIMLAR

Annan Planı, BM Genel Sekreteri?nin hakemliğinde, Kıbrıslı Türk ve Rumlar arasında, bir uzlaşma zemini olarak kabul edilmeli ve bu statünün sabitleştirilmesi, Türkiye tarafından uluslar arası platformda savunulmalıdır. Annan Planının yok sayılması uygun değildir. Yok sayılırsa, bu günkü fedakârlıklarımız başlangıç sayılarak kısa bir süre sonra  yeni ödünler istenmeye başlanacaktır.

Referandumda, plana Türk tarafında %65 evet, Rum tarafında ise %76 hayır çıkması sonucunda elde edilen siyasi üstünlük, BM, AB, İslâm Ülkeleri ve Türk Cumhuriyetleri nezdinde atılacak somut adımlarla, KKTC?ye uluslararası boyut kazandıracak hukukî belgelere dönüştürülmelidir.

Devamını oku: Kıbrıs'ta Kalıcı Statü için Atılacak Adımlar (29 Nisan 2004)

 

KIBRIS?TA KAYIP MI VAR ! KAZANÇ MI !

4 üncü Annan Planı , 24 Nisan 2004 tarihinde yapılacak referandumda , Kıbrıs Türk ve Rum Halkları tarafından onaylanırsa, ?BİRLEŞİK KIBRIS CUMHURİYETİ? nin kurulması yolu açılmış olacaktır. Bu da Kıbrıs Türk Halkı için yeni bir statü ve yeni bir dönemin başlangıcı demektir.

Ulaşılan nokta başarı mı, yoksa telâfisi mümkün olamayacak bir hata mı olduğu  hususu Türk Kamu Oyunda uzun süre tartışılacağa benzemektedir.

Devamını oku: Kıbrıs'ta Kayıp mı var! Kazanç mı! (2 Nisan 2004)

YENİ DÖNEMDE KIBRIS

Kıbrıs?ta Anlaşma olduğu takdirde, bir kısım toprak kaybı ile birlikte iki bölgelilik sulandırılmış  ve Türkiye'nin garantörlüğü daha sınırlandırılmış olacaktır.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen; yeni dönem iyi değerlendirilir ise, Kıbrıs'taki Türk varlığı, daha etkin ve daha ferah bir döneme girebilir.

Devamını oku: Yeni Dönemde Kıbrıs (31 Mart 2004)

TÜRK SAVUNMA SANAYİSİNDEKİ GELİŞMELER

VE

TÜRKİYE-AFRİKA İLİŞKİLERİ

S-1 Bu yıl içerisinde açılacağı açıklanan Harp başlıkları Üretim Tesisi bu yolda atılan çok önemli bir adım olarak değerlendiriliyor. ASSAM olarak Türkiye'nin bu alandaki göstermiş olduğu adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?

C-1 Türkiye bir savunma paktının içinde de olsa, dışa karşı güvenliğini sağlamak için ihtiyaç duyduğu harp silah ve araçlarının, ister hibe yardımları yoluyla olsun, ister satın alma yoluyla olsun, dışarıdan temin edildiğinde milli hedeflerine dönük bağımsız politikaların uygulanamayacağını anlamıştır.

Bu anlayış içinde siyasi istikrarı temin ettiği son on yılda, savunma sanayi üretimine önem vermiş ve ana muharebe vasıtalarını kendi kaynakları ile üretme imkânı veren önemli projeleri uygulamaya sokmuştur.

Türkiye artık, piyade tüfeğinden uçağına, alçak irtifa hava savunma sisteminden savaş gemisine, insansız hava aracından uydu sistemlerine kadar, Savunma sanayi ürünlerini yapabilme kapasitesine ulaşmış; halen çok uluslu üretim programlarına katılımın yanı sıra, özgün olarak tasarladığı piyade tüfeği, savaş gemisi, eğitim uçağı, taarruz ve genel maksat helikopteri, savaş uçağı, mayına dayanıklı araç, zırhlı kara araçları, amfibik araçlar, seyir füzesi, akıllı mühimmatlar, tanksavar ve uçaksavar füzeleri, insansız hava araçları, 3. nesil tank, kundağı motorlu ve çekili top gibi daha birçok projeleri gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyacının %55'ini kendisi üreten; bütçesinden savunma için ayırdığı kaynak ile dünya sıralamasında onbeşinci, savunma sanayi ihraç eden ülkeler arasında da onsekizinci konuma gelmiştir.

Devamını oku: Türk Savunma Sanayisindeki Gelişmeler ve Türkiye-Afrika İlişkileri (15 Mayıs 2014)

 

ASDER STRATEJİK ARAŞTIRMA MERKEZİ

"ASSAM? 

Geçen yüzyılın başında imparatorluklar dağıldı. İmpratorlukların bünyesinde bulunan milletler Birinci Dünya Savaşının galipleri tarafından güdümlü devletçikler halinde teşkilatlandırıldı. Bağımlı devletler, özgür olduklarını zannettikleri halde, totaliter rejimlere mahkum edildi. Diktatörler, vasi devletler tarafından korundu ve desteklendi.

İki dünya harbi arasında, batının gelişmiş devletleri daha ziyade faşist diktalarla, Sovyetler ve bağlıları da kominist diktalarla idare edildi.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, batılı devletlerde, ABD ve İngiltere örnek alınarak, demokratik sistemler yerleşirken, Rusya ve bağımlılarında Kominizm yönetim sistemi olarak benimsendi.

Batı, Kominizme karşı Amerikanın önderliğinde NATO blokunu, Rusyanın Liderliğindeki Sovyetler Birliği de, azgın kapitalizme karşı VARŞOVA Paktını oluşturdu.

Geçen yüz yıl, Silahlı Güç öne çıkarılarak, geliştirilerek ve teşvik edilerek, iki süper gücün ve temsil ettikleri ideolojilerin çatıştırılması sonucunda, tam bağımsızlıklarını kazanamamış ülkelerin sömürülmesi ile geçti.

İkinci Dünya savaşından sonra, Milletler Cemiyeti (10 Ocak 1920: 18 Nisan 1946); Savaşın galipleri tarafından revize edilerek yeniden teşkilatlandırıldı ve 24 Ekim 1945 tarihinde Birleşmiş Milletler Teşkilatı kuruldu. Amacı "adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararasında tüm ülkelere sağlamak? olarak gösterilmesine rağmen Batılı Devletler, Birleşmiş Milletler Teşkilatını kendi sömürü düzenlerini kurup sürdürmelerini sağlamak için bir araç olarak kullandılar.

İkinci Dünya Savaşından sonra, 27. Haçlı Seferinin ileri karakolu olarak Filistine yerleştirilen İsrail, hançer gibi girdiği İslam Coğrafyasının kalbi mesabesindeki coğrafyada, Hristiyan Dünyasının gözü, kulağı ve yumruğu gibi desteklenirken ve BM dahil Batının Kontrolündeki bütün kuruluşlar tarafından himaye edilirken, yoğun psikolojik harekatla, Dünyanın yönetimi Siyonizmin kontrolundaymış gibi gösterilerek ve İslam Dünyasına göz dağı verilerek, Bu küçük Devletin Batının maşası olduğu unutturuldu.

Yüzyılın sonunda, Afganistanı işgali altında tutmaya çalışan Sovyetler Birliği dağıldı ve sosyalist ideoloji çöktü.

Bu yüzyılın başında, rakipsiz kalan ABD ve NATO, dünya jandarmalığını üslendi. Arka arkaya ABD ve Müttefikleri özgürlük getirmek bahanesiyle, Afganistan'ı ve Irak'ı işgal etti. Bu iki askeri işgal, batıya pahalıya mal oldu. Ekonomilerini çökme aşamasına getirdi ve askeri işgallerle egemenliklerin sürdürülemeyeceği gerçeğine ulaştılar.

Sayısı altmışı bulan Birleşmiş Milletlere üye Müslüman Devletler, Dünya kara, deniz ve hava ulaşımının üzerinden geçtiği, üç kıtanın merkezine hakim önemli jeostratejik değere sahip coğrafyasına, zengin yeraltı-yerüstü kaynaklarına ve temsil ettiği yüce manevi değerlere rağmen, Batının güdümünden kurtulamadığı ve milli yönetimlerini iş başına getiremedikleri için, ittifak edip hakettiği güce ulaşamamıştır.

Dünyanın süper ve bölgesel güçlerinin (ABD, AB, Rusya, Japonya, Çin ve Hindistan) gözü İslam Coğrafyasındadır. Siyasi ve ekonomik çıkarlarını sağlamak için İslam Ülkeleri üzerinde egemenlik kurmak için mücadele vermekte ve bu Ülkeleri karıştırmaktadırlar.

Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşu ile beraber, gelişmiş devletler seviyesine ulaşmanın, sosyo-kültürel devrimlerle toplumu değişime uğratmadan mümkün olmadığı kabulü ile; İslâm Dinini, İslâmî değerleri ve temsil ettiği medeniyeti tehdit olarak gördü. Batı medeniyetini ulaşılacak nihai hedef olarak göstererek, yüzünü batıya çevirirken, İslam Devletlerine ve Müslüman Milletlere sırtını döndü ve İslam dünyasına yabancılaştı. Bir asırdır, Batı güdümünde hareket eden Ülkemiz, İslam Devletlerinden kuşku duydu ve bu devletlere hep tehdit algılaması ile baktı. Bu bakış, Devlette taban tabana zıt iki iradenin oluşmasına (bürokratik ve siyasi iradeler) ve bunların sürekli çatışma halinde olmasına, Devletin gücünü Milletin üzerinde heba etmesine sebep oldu. Siyasi iradeyi vesayetinde tutan ve bürokratik otoriteyi de kontrol eden Silahlı kuvvetler, irtica sendromu nedeniyle mütedeyyin insanları devlete küstürüken, birlik olmanın tutkalı durumundaki dini değerleri yok etmek istediği ve seküler kavmiyetçi tutumu nedeniyle de, Kürt Halkını, Devlete bağlılığını sorgular hale getirmiştir.

İslam Ülkelerinin birliği için Türkiye'nin Liderliğine, Türkiye'nin İslam Ülkelerine önderlik yapabilmesi için de Milli İradeyi Devletin bütün kurumlarına hakim kılmasına bağlıdır.

Otoriter yönetimleri devirerek demokrasiyi seçme yolunda olan İslam Ülkelerinin önünde zorlu günler bulunmaktadır. Yolsuzluk, yoksulluk ve adalet ihtiyacı ile mücadele edecek genç demokrasilerin devasa sorunlarını çözebilmek için tekrar Batının kucağına itilmemeleri gerekmektedir. Dayanışmaya ve doğru yol göstericiye ihtiyaçları vardır. Ekonomik işbirliği ve desteğe, dış politikada yol göstericiliğe, sömürücülere karşı savunma işbirliğine, kendi ülkeleri ve üçüncü devletlerden kaynaklanan hak ihlallerine karşı alternatif adalet sistemlerine ihtiyaç vardır.

Türk ve Müslüman Milletlerin refahı, Dünyada barış ve adaletin tesisi, İslam Ülkelerinin bir süper güç olarak Dünya siyaset sahnesine çıkmasına bağlıdır.

Bu noktada, ASDER'e önemli görev düşmektedir. Milletinin manevi değerlerini özümsemiş, Türk Toplumunun her kesiminde Adaletin tesisi için mesai sarf eden, Devlet yönetiminde ve Askeri meselelerin hallinde tecrübe sahibi olan ASDER Mensupları; ulusal ve uluslararası meselelerde Türk ve dünya Toplumlarına doğru hal tarzları sunarak kamu oyu oluşturabilecek ve aynı zamanda siyasi iradeye çözümler üretebilecek birikime sahiptir.

Geçtiğimiz tarihi süreçte üzerine düşen sorumlulukları müdrik olan ASDER, bir Stratejik Araştırma Merkezi kurmaya karar vermiştir. Bunun için Adaleti Savunanlar Derneği Stratejik Araştırma Merkezi (ASSAM) 24 Eylül 2011 tarihinde çalışmalarına ASDER Genel Merkezinde başlamıştır.

24 Eylül 2011

Adnan Tanrıverdi

Emekli Tuğgeneral

ASDER Onursal Bşk.

Alt Kategoriler