28 Şubat Dokuz Yaşında (26 Şubat 2006)

DARBELERİN KARANLIĞINDA KAYBOLAN DEĞERLERİMİZ PANELİ

AÇIŞ KONUŞMASI

(26 Şubat 2006) 

Adnan Tanrıverdi               Emekli Tuğgeneral

Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) Gnl.Bşk. 

DARBENİN HEDEFİ MANEVİ DEĞERLERİMİZDİ 

28 Şubat 1997  Müdahalesinin üzerinden 9 yıl geçti.

 

O zaman, Yargı, yasama ve yürütme meşru idi ve meşru zemin üzerinde işlevlerini yürütüyorlardı. Her şey anayasa ve yasaların belirttiği çizgide idi. Devletin işleyişinde bir sıkıntı yoktu. O halde müdahale neden ve ne için yapıldı? 

Bu geçen zaman sonunda, Devlet ve Millet hayatına baktığımızda; darbenin  dini değerlerimize indirildiğini ve yaşamında inancını uygulayan, özellikle, kamuda çalışan ve eğitim çağındaki insanlarımızı, en fazla, mağdur ettiğini görmekteyiz. 

Bu duruma nasıl geldik?

Önce, Milli İradenin kontrolü dışındaki önemli kamu kurumlarımız olan Yargı, TSK ve YÖK?te Milli ve manevi değerlerimize ters bir kadrolaşma gerçekleştirildi.

Sonra, irtica birinci derecede iç tehdit olarak belirlendi ve irticaya karşı uygulanacak tedbirlerle birlikte ?Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi?nde yerini aldı.

Bundan sonra, Evvela TSK?de tasfiye başladı. Arkasından 28 Şubat 1997 Müdahalesi yapıldı.

Sonra da sırasıyla;

*Siyasi iktidar tasfiye edildi.

*Eşinin başı örtülü veya İslâmî inancını yaşayan Sb. ve Astsb?ların YAŞ Kararları ile tasfiyesine devam edildi. (o günden bu güne İslâmî inançları nedeniyle 1509 Sb./Astsb. YAŞ kararı ile re?sen, yaklaşık 5000?e yakın Sb./Astsb.?da YAŞ tehdidi altında vaktinden önce isteğiyle emekli edildi.)

*Yüksek öğretim Kurumundan başlanarak, Rektörler, Dekanlar ve öğretim görevlileri kadrolaştı ve YÖK? unda hakim olan düşünceye   uyum sağlayamayan öğretim üyeleri ile  başı örtülü  kız öğrencilerin Üniversitelerle ilişikleri kesildi.

*İlahiyat fakülteleri kız öğrenciler için okunamayacak, erkek öğrenciler için de istikbal vaat etmeyen bir hale dönüştürüldü.

*Bu gayretler yargı kararları ile desteklendi. Gidişata tepki gösteren inancını yaşamada ısrar eden  savcı ve hakimler de yargı bünyesinden çıkarıldı.

*Orta öğretimde, özel okullar öncelikli olmak üzere, evvela öğretmenler, arkasından başı örtülü kız öğrenciler, hakka hukuka bakmadan eğitim ordusunun dışına atıldı. *8 yıllık eğitim bahane edilerek, imam hatiplerin ve meslek liselerinin  orta kısımları kapatıldı. Üniversiteye giriş imkanları engellendi.

*Kur?an Kursları büyük bölümü ile yasa dışı duruma itildi.

*Başta mülki idare görevlileri olmak üzere, inancını yaşamında gösteren tüm kamu görevlileri tasfiye mekanizmasından payını aldı.

*Esnaf ve sanatkarlar dahi inancına göre tasnif edildi.

*Dönemin Cumhurbaşkanları bu faaliyetlerin gönüllü baş savunuculuğunu yaptılar. 

Ülke işgal altında olsaydı, milletin dini hayatındaki bu mevzuat ve uygulama değişikliklerini, işgal kuvvetleri bu kadar kısa sürede gerçekleştiremezdi. Zaten millet de bu sürede vatanını işgalden kurtarırdı. 

Bütün bu faaliyetler geçtiğimiz 10 seneye sığdırıldı.

Şayet, ileri sürüldüğü gibi başını örtenler ve inancını yaşayanlar gerçekten devlete tehdit olsaydı; bu geçen zaman içinde, asker-sivil hedef gösterilerek mağdur edilen yüz binlerce kişi organize olurdu da devlet içinden yeni bir devlet çıkarırdı. Bu inançlı insanlar değil organize, adi suç konusunda bile en sondadırlar. O halde, Devletin, Milletin ve Vatanın gerçek savunucuları olan dindar insanları, devlete tehdit olarak göstermek SAFSATADAN başka bir şey değildir. 

Şimdi ortada iki iktidar var. Birisi milli iradeyi temsil eden siyasî iktidar. Diğeri devleti ele geçiren bürokratik iktidardır. Bürokratik iktidar tasfiye ve kadrolaşmalarla devleti ideolojik hale sokmuştur. Yargı da ideolojik devleti korumasına almıştır. Resmî ideoloji, millette, dayattığı inançtan başka, inanç ve düşüncenin yeşermesine müsaade etmemektedir. 

Bir Devlet İki Otorite Kabul Etmez:

Cumhuriyet Tarihimizde, özellikle de 1950?den sonra, Devlet Bürokrasisi (en üst kademeden en alt kademeye kadar olan Devlet memurları) ile Siyasî otorite (TBMM, Bakanlar Kurulu ve Yerel Yönetimler)  arasında kıyasıya bir iktidar mücadelesi yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. 

Bürokratlar: halka ve halkın içinden gelen siyasîlere yukardan bakarlar; ister sağ , ister sol, ister milliyetçi olsun, siyasilere güvenmezler. Nazarlarında halk da böyledir. Yedilip-güdülmesi gerekir, Devlet yönetiminin siyasilere teslim edilmesinin tehlikeli sonuçlar doğuracağına inanır ve inandırılırlar.

Bürokratik otoritenin zirvesi Cumhurbaşkanlığıdır. Bürokrasiden gelmesini isterler. Bu makamın siyasilere kaptırılmaması için mücadele verirler. Koç başı ise Silahlı Kuvvetlerdir. Bu nedenle Genelkurmay Başkanları bürokrasinin de gizli liderleridirler. Silahlı Kuvvetlerin içinden ve dışından, siyasi otoriteye karşı sürekli tahrik edilirler.

Devletin güçleri bürokratların kontrolündedir. En zindesi Silahlı Kuvvetlerdir. Siyasî Otoriteye ve Millete karşı zaman zaman baskı unsuru olarak kullanılır. Gayri meşru duruma düşmemek için,  yasalarla, yasalarda boşluk varsa tüzük ve yönetmeliklerle, bunlardaki boşluklar da ?Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi? ve benzeri dokümanlarla,  güç ve yetkilerinin tahkim edilmesi için büyük mücadele verirler. Bürokratlardan, militan gibi hareket edenleri de bulunmakla beraber, kurumlarının zirvesine ulaşanlar, zekidir, beceriklidir, donanımlıdır, mücadelecidir, ataktır. Geniş ve yetişmiş kadrolara ve imkânlara sahiptirler, çok çalışırlar ve çalıştırırlar. İşin özü, Siyasî otoriteye karşı, Devletin gücü ve geniş yetkilerle donatılmışlardır.

Siyasi otoritenin ise tek dayanağı Millettir. Milletten aldığı onayla Mecliste yasa yapma ve Bakanlar kurulunda karar alma yetkisidir. Bürokrasiyi kontrol edebildiği ölçüde, sorunların üstesinden kolaylıkla gelebilir, Milleti huzur ve refaha ulaştırabilir, Devletin güvenlik ve bekâsını temin edebilir.

Siyaset önderleri, Devlet Çarkının işleyişini bilmelidir. Lider niteliklerine sahip olmalıdır. Kadrolarını dikkatli oluşturmalıdır. Bürokratik otoriteyi,  hazır gücüne rağmen kontrol altına alacak bilgi ve donanıma sahip olmalıdır. Bürokratik otorite ile mücadele etmesinin kaçınılmaz olduğunun bilinci içinde olmalı ve bunu geciktirmemelidir. 

Darbeler Dayanağını Nereden Alıyor:

Darbelerin Dayanağının Birinci Ayağı İdeolojik Kadrolaşmadır:

Bir yerde tasfiye varsa, kadrolaşma da vardır. Kadrolaşmanın olduğu yerde güç, belirli grupların eline geçmiş demektir. Güçü elinde bulunduranlar, Milletin değerlerine yabancı ise, kontrolden çıkmış ve gücüne güvenerek dayatmaya hazır demektir. İşte darbelerin dayandığı birinci ayak budur. (28 şubat buna örnektir. 1990:1996 arasında 615 Sb.Astsb.; 1997:1998 Yıllarında 569 ; 1999:2000 yıllarında 143; 2001:2005 yıllarında da 182 Sb./Astsb. İnançlarından dolayı Silahlı Kuvvetlerden tasfiye edilmiştir.) Yani Silahlı Kuvvetlerdeki, Milletin değerlerine ters, ideolojik kadrolaşmadır.  Bu kadrolaşma darbelerden önce ve sonra yapılan tasfiyelerle sağlanmaktadır.

Yaklaşık 10 yıldır Silahlı Kuvvetlerde uygulan tasfiyelerle ve silahlı Kuvvetlere personel alırken; mülakat safhasında ebeveyn ve kardeşlerin fotoğrafları da istenerek (herhalde, yakalarına kırmızı karanfil takan ailelerin çocuklarının tespit edilmesi için değil) , dindar insanların çocuklarının Silahlı Kuvvetlere girmesi engellendiğinden, ve bu uygulama, bir on yıl daha devam ettirildiği takdirde kadrolaşma tamamlanacak; böylece 2015?li yıllarda artık inançları nedeniyle silahlı kuvvetlerden Sb./Astsb. çıkarılmasına ihtiyaç kalmayacaktır.

?Profesyonel Askerlik? uygulamasının da bu sürecin sonunda tamamlanması halinde , Silahlı Kuvvetlerimiz, 1800?lü yıllardaki YENİÇERİ OCAĞINA benzer hale geleceğinden kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

(Askerlik hizmeti, bir yükümlülük olduğu kadar, aynı zamanda bir haktır. Belki bir kısım insanlar yükümlülükten kurtulacakları için profesyonel askerlik uygulamasını faydalı bulabilirler. Vatan savunması hakkından mahrum edilen YAŞ? zedelerin ızdırabını; ve yükümlülük imkânı olduğu için bu gün  silahlı kuvvetlere katılma hakkını elde eden 100 binlerin sağladığı dokunun da bozulacağını;  unutmamak gerekir).

BU NEDENLERLE SİLAHLI KUVVETLERİMİZDEKİ PERSONEL POLİTİKALARI HEM SİYASİ OTORİTEYİ HEM DE MİLLETİ ÇOK YAKINDAN İLGİLENDİRMEKTEDİR. Darbe istemiyorsak, bünyesine personel seçme ve bünyesinden personel tasfiye etme yetkisini, sadece Silahlı Kuvvetlere bırakma lüksümüz yoktur. 

Darbelerin Dayanağının İkinci Ayağı da Yasal Mevzuattır:

Şüphesiz Anayasa ve yasalar ideolojik olarak yorumlanırsa, darbelere yasal zemin bulmak mümkündür.

1982 Anayasasının, egemenliği millete veren, temel hak ve özgürlüklerle, kurum ve kuruluşların yetki ve sorumluluklarını belirleyen maddeleri göz ardı edilerek;

Başlangıç maddesinin ikinci paragrafındaki ( Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyeti?nin ebedî varlığı, refahı, maddi ve manevi mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;) ifadesindeki  .. ?çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma..? hedefine bakıp, milletin yaşantısını çağdışı ve devlete tehdit olarak görme eğiliminin;

İkinci maddesindeki (Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı , Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik, sosyal hukuk Devletidir.)  ?LÂİKLİK? kavramını  öne çıkararak dindar insanlara  tehdit gözü ile bakma eğiliminin; 

İnkılâp kanunlarının korunması ile ilgili 174 üncü maddesindeki (Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu ÇAĞDAŞ UYGARLIK SEVİYESİNE çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin LÂİKLİK niteliğini koruma amacını güden aşağıda gösterilen İNKILÂP kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin , Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz:

1. 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu;

2. 25 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisâsı Hakkında Kanun;

3.30 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin seddinde ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun;

4. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle  kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medenî nikâh esası ile aynı kanunun 110 uncu madde hükmü;

5. 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel erkamın Kabulü Hakkında Kanun;

6. 1 Teşrinisâni 1928 tarihli ve 1253 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun;

7. 26 Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına dair Kanun;

8. 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun.) ?Çağdaş uygarlık düzeyi?ne ulaşmayı ve ?lâik niteliği? korumayı sağladığına inanılan sekiz inkılap kanunun tehdit altında olduğuna dair kuşkunun; 

Silahlı Kuvvetlere eğitim, silah, araç ve gereç bakımından hazırlıklı bulunması için ?TSK İç Hizmet Kanunu?na konulmuş bulunan 35 inci maddesindeki (Silâhlı Kuvvetlerin vazifesi;Türk Yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır.)  ?Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama? görevinin, zamanının belirlenmesinin  ve kararının verilmesinin  TSK?ne ait olduğuna dair anlayışın; anlam ve aktivite kazanması, Devletteki planlamanın direktifi konumundaki ?Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi?ndeki, iç tehdit bölümünde, öncelikli olarak İrticanın iç tehdit olarak belirlemesi ile mümkün olmaktadır.

Yani Anayasa ve yasalardaki hükümler statiktir. Bunları planlamaya ve icraya dönüştüren ve dinamik hale getiren ?Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi? dir. Bu belge devletin kurumlarında yapılması zorunlu olan güvenlik planlamalarının dayanağı ve kaynağıdır.  Yani bu belgede, devlet kurumlarına bildirilen ?millî hedef? , ?devlete yönelik iç tehditler? ve bunlara karşı alınacak ?tedbirler? belirlenerek, Anayasa ve kanunlarda belirtilen hükümlerin uygulanmasına yetki verilmektedir. Bu belgenin hazırlanma sorumluluğu Bakanlar Kuruluna aittir. Hem bu belgede İrticayı tehdit olarak göstereceksiniz. Hem de güvenlik güçlerinin, makamı ve mevkii ne olursa olsun, inancını yaşayan insanları hedef almasını, devletten tasfiye etmesini ve darbe yapmasını yadırgayacaksınız. Bu inandırıcı olur mu? Ucunda ölüm de olsa, siyasîler sorumluluklarını tam yüklenmelidir. Kendi iplerini çekme ve milletin değerlerini ayaklar altına alma yetkisini kimseye vermemelidirler.

 

Darbelerin Dayanağının Üçüncü Ayağının da Milli Güvenlik Kurulunun Teşekkül  Şekli Olduğunu  Söyleyebiliriz:

Milli Güvenlik Kurulunun beş üyesi askerdir. Kurulun Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanması, asker üyelerini Bakanlar Kurulu ve TBMM?nin üzerine çıkarmakta ve siyasetin içine sokmaktadır. Son değişiklik ile istişarî bir kurul hüviyetine sokulsa da, müdahalelere çanak tutan kararların alınmasında etkili olmaktadır.

Aslında bu kurul, şimdiki haliyle, Başbakanın başkanlığında toplanmalıdır. Cumhurbaşkanının başkanlığında ise, Yasama, Yürütme, Yargı erkinin ve Özerk Kurumların başkanları ile bu kurumlardan gerekli üyelerin katılımı ile bir ?Yüksek İstişare Kurulu? oluşturulmalıdır. Yüksek İstişare Kuruluna da Silahlı Kuvvetlerden sadece Genelkurmay Başkanı katılmalıdır. 

28 Şubat Süreci Son Bulmuşmudur?

Bu gün 28 Şubat Sürecinin son bulduğunu söylemek mümkün değildir. Ne zaman ; TSK?de, Yüksek öğretim Kurumlarında ve Üniversitelerde, Yargı?da, Cumhurbaşkanlığı dahil kamu kurum ve kuruluşlarında ve devletin en üstünden en alt kademelerine kadar bütün kademelerinde, inançlarının gereğini yaşayan insanlara potansiyel suçlu olarak bakılmaz ve bu kademelerde istihdam edilmeleri yadırganmaz  hale gelinirse; işte o zaman baskı, dayatma ve müdahale sürecinin son bulduğunu söyleyebiliriz. 

Millet bunalmıştır.

Manevî ve Dini değerlerinin baskı altında tutulmasından, Devletin ve Milletin aslî unsuru olduğu halde ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmekten bu Millet bunalmıştır. Bu kıskaçtan çıkmak için iki yol görülüyor. Birisi, milli iradeyi temsil eden TBMM ve Bakanlar kurulu eliyle, diğeri ise Milletin kendi eliyledir. Bu baskıyı kaldırmak millete kalırsa çok sancılı olur. Örnekleri, çok yakınımızdaki devletlerden Polonya, İran, Romanya, Bulgaristan, Ukrayna ve Gürcistan?da, çok yakın tarihlerde görülmüştür. Buralarda olanlardan ders alalım. 

Milli iradeyi devlete hakim kılalım. Devletin millet için olduğu prensibini kabul edelim. Azınlık düşüncenin ve milletin değerlerine zıt değerlerin  kadrolaşmasına dur diyelim. Milleti devletin gerçek sahibi yapalım. 

En Az Gerilimle Milli İrade Nasıl Hakim Hale Getirilebilir:

 İşe önce; Milli Güvenlik Siyaseti Belgesindeki iç tehdit olarak belirlenen, aşırı sol, irtica ve bölücülük tehdit kapsamından çıkarılarak başlanılmalıdır. Böylece Devletin gücünün milletin üstüne bir kabus gibi çökmesi önlenmiş olacaktır.

Arkasından; TBMM?nin sayısal imkanı var iken; milletin değerlerini özümsemiş, milletin bütün fertlerine ve sahip oldukları değerlerine sahip çıkabilecek, herkesin benim Cumhurbaşkanım diyebileceği, liderlik vasıfları bulunan, milletin önünde imtihan vermiş ve bu imtihanlardan yüz akı ile çıkmış, yüksek ahlâkî değerlere ve cesarete sahip, siyasetin içinden bir adayı CUMHURBAŞKANI seçerek kararlılık gösterilmelidir.

Sonra; Türkiye?yi Avrupa?ya entegre etmekten önce devleti millete entegre edecek faaliyetlere girişmelidir. Bunun için ilk adım olarak,  TSK?deki son on yıldaki, tasfiyeler,  personel alımları ve ideolojik kadrolaşma, TBMM Komisyonlarınca incelenmelidir.  Siyasi otoritenin kontrolü dışındaki erk ve özerk kurum ve kuruluşların üyelerinin ve Cumhurbaşkanının millet tarafından seçilmesi sağlanmalıdır.

Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimini milat olarak kabul edersek, devletin millete entegrasyonu için asgari 20-25 yıla ihtiyaç olduğu unutulmamalıdır. Zamanla giren sıkıntılardan kurtulmak için de zamana ihtiyaç duyulmaktadır. Allah (cc) Milletimizi, Vatanımızı ve Devletimizi her türlü belâdan muhafaza etsin. 26 Şubat 2006

Adnan Tanrıverdi

Emekli Tuğgeneral

ASDER Gnl.Bşk.

Paylaşmak ister miydiniz?

Submit to DeliciousSubmit to DiggSubmit to FacebookSubmit to Google BookmarksSubmit to StumbleuponSubmit to TechnoratiSubmit to TwitterSubmit to LinkedIn