PKK Tasfiye Edilir mi? (18 Aralık 2007)

PKK TASFİYE EDİLİR Mİ? 

Silahlı Kuvvetlerimiz, bu yıl farklı bir terörle mücadele yöntemi uyguluyor. Her yıl en geç kasım sonunda, barış garnizonlarına dönmüş olan birliklerimiz, yıl sonuna yaklaşıldığı halde,  operasyon bölgelerinde görevlerini sürdürmektedirler.

Birliklerimizin kış gelmeden barış garnizonlarına dönmeleri, alanın PKK'nın dağ kadrosuna bırakılması anlamına geliyordu. Birliklerimiz kışlalarına dönünce, teröristler de dağdan bölgelerindeki köylere iniyorlar, hem barınma sorunlarından kurtuluyorlar hem de kış boyunca bölge insanına ideolojik eğitim veriyorlardı.

 

Ama şimdi böyle olmayacak. PKK'nın dağ kadrosu, bu kış, ya dağda imha olacak, ya teslim olacak, en kötü ihtimal ile de kışı en zor şartlar altında dağda geçirecekler. Bu durum da zaman içinde dağ kadrosunun eriyip kaybolmasına yol açacaktır.

12 Haziran 2007 tarihli "Terör Tırmandı mı" ? başlıklı yazımızda  "Eğer terörün önlenmesi konusunda samimiyet varsa; Genelkurmayın karargahını CUDİ dağının tepesinde kurması ve orada bir kış kalması, PKK terörünün kökünün kazınması için yeter de artar bile." demiştik. Genelkurmay CUDİ' nin tepesine karargah kurmadı. Ama, mücadeleyi kış aylarında da sürdürerek, askerin üzerine düşen görevi yapmakta kararlı olduğunu gösteriyor diyebiliriz. 

16 Aralık 2007 sabahı TSK bir sınır ötesi harekat icra etti. Beklenti, büyük kuvvetlerle, sınırın geçilip, geniş bir harekat uygulanacağı yönünde idi. Böyle yapılmadı. Kuzey Irak'ta, aralarında PKK'nın ana karargahının da bulunduğu dört üssüne, 50 uçağın katıldığı, doğru istihbarata dayanan ve titiz planlanan, örnek ve zayiatsız bir hava harekâtı icra edildi. Muhtemelen amaç, PKK'nın Kuzey Iraktaki  barınma imkânlarının, iletişim sistemlerinin ve lojistik tesislerinin tahrip edilmesi idi. Başarılı olundu. Silahlı Kuvvetlerimiz gücünü dosta ve düşmana göstermiş oldu.

Sınır ötesi harekâtın, öne çıkan iki önemli özelliğinin altını çizmek gerekir.

Birincisi; sınır ötesinde terörle mücadelenin, büyük kuvvetlerle yapılmayacağı, tespit edilen hedeflere, uygun kuvvet tahsisi ile sınırlı operasyonlar icra edileceği, ve bu operasyonların, tehdit bertaraf edilinceye kadar devam edeceğidir.

İkincisi de; yaz ayları terör örgütü için barınma ve hareket kabiliyeti bakımından, daha uygun imkânlar sağladığı; kış ayları ise, imkanları geniş olan, silahlı kuvvetlerimiz için de zor olmakla beraber, esas zorluğun terör örgütü için olacağı açıktır. Bu hassasiyetin arttırılması için, harekâtın kış aylarında da devam ettirileceği istikametindeki kararlılığın müspet bir gelişme olarak değerlendirilmesi gerektiğidir.

Harekâtın kritiğini yaparsak, başarılı bir hava harekâtı olarak nitelenebilen operasyonla koordineli olarak, hava bombardımanlarının yarattığı etkilerin genişletilmesi ve vurulan tesislerdeki militanların ele geçirilebilmesi için, havadan taşınan  özel harekat timleri de kullanılsaydı, harekât çok daha başarılı olurdu. Mümkün olsaydı, hem hava harekâtının tesiri bire bir yerinde tespit edilmiş, hem de muhtemelen, lider kadrosundan bazı teröristlerin ele geçirilmesi sağlanmış olabilecekti.

Böyle bir imkân mevcutken, acaba neden kullanılmadı? 

Bu harekâtta dikkati çeken diğer bir husus da, harekât tarihinden yaklaşık bir hafta önceden itibaren, Kuzey Irak Yerel Kürt Yönetiminin, kendine bağlı peşmergeleri, Türkiye sınırına yakın yerlerde, alel acele tesis ettiği karakollardan geri çekerek, PKK bölgesini tahliye ettiği ve burada bir tampon bölge meydana getirdiğidir. Bu gelişme, Türkiye'nin diplomatik yoldan, harekât bölgesini Irak ve Yerel Kürt yönetimine notamlamış olacağını ve Iraklı yetkililerin de Türkiye?nin bu iradesini kabul etmiş olduklarını göstermektedir. Tabii ki tampon bölge yaratılması hususunda ABD?nin etkisinin de göz ardı edilmemesi gerekir. 

Bir başka husus da, ABD'nin istihbarat yardımı yaptığı ve kuzey Irak Hava Sahasını Türkiye'ye açtığıdır. ABD, besleyip büyüttüğü PKK?nın imhası için Türkiye'ye neden yardım etsin? ABD'nin bundan çıkarı nedir?

PKK'nın tasfiyesinde ABD'nin; sadece Türkiye'nin menfaatleri ve terör belâsından kurtulması için Türkiye ile işbirliği yaptığını düşünmek fazlaca saflık olur.

PKK, ilk eylemini yaptığı 15 Ağustos 1984 tarihinden, Abdullah Öcal?nın ABD tarafından Türkiye?ye teslim edildiği 17 Şubat 1999 tarihine kadar, Suriye'nin Bekaa Vadisinde üslenmişti. 15 yıldır diplomatik uyarılar dışında, kararlı bir tavır takınmayan Türkiye, birden, zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş'in ağzından, 1998 sonunda, Suriye'yi işgalle tehdit etti. Sonra Öcalan Suriye'yi terk etti. Daha sonra ABD tarafından Kenya'da Türk görevlilerine teslim edildi. Bundan sonra da PKK Kuzey Irak'a yerleşti. 20 Mart 2003 tarihinden itibaren de ABD ve müttefikleri Irak'ı işgale başladılar. Irak'ın işgalinde PKK'yı ve Kuzey Irak'taki Kürt Liderleri ABD'nin nasıl kullandığı ortadadır. 

ABD'nin Ortadoğu'daki emellerine karşı başkaldıran, güdüme girmeyen, uyarılara rağmen nükleer programından vazgeçmeyen ve aynı zamanda Ortadoğu'daki ABD ve İsrail varlığına karşı en büyük tehdit oluşturan İran'dır.

Afganistan ve Irak'ta, hatta Filistin ve Lübnan'da istikrarı sağlayamayan ABD, Çok istemesine rağmen, İran'a karşı açık bir askeri harekata girişme imkanına sahip değildir. Bu nedenle, İran'ı içinden istikrarsızlığa sevk edecek gayri nizami faaliyetlerin peşindedir. Arap azınlığın yoğunlukta olduğu Huzistan bölgesinde, Pakistan'a komşu Bulücistan bölgesinde, Azeriler ve Kürtler üzerinde, İran?a karşı kışkırtıcı faaliyetler içinde olduğu bilinmektedir.

PKK'nın Suriye'deki üssünün Kuzey Irak'a kaydırıldığı yıllarda, PKK'ya bağlı olarak kurulan PJAK (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi)'ın, son iki yıldır etkinliğini arttırdığı, teşkilatını genişlettiği ve PKK'nın tecrübeli lider ve militan kadrosuyla desteklendiği, son zamanlarda alınan haberler arasındadır.

Anlaşılan o ki; ABD, Kuzey Irak'taki PKK varlığını İran Kürdistan'ına kaydırmak istiyor. Suriye'den Irak'a kaydırırken Türkiye'den nasıl yardım gördüyse, PKK'nın Kuzey Irak'tan çıkarılmasında da Türkiye'nin sınır ötesi baskısına ihtiyaç duyduğu anlaşılıyor. 

Türk Dışişleri Bakanı ve ABD Dışişleri Bakanı arasında 05 Temmuz 2006 tarihinde imzalanan "Ortak Vizyon ve Yapılandırılmış Diyalog" belgesi; Şubat 2007 başında Türkiye Dışişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanlarının arka arkaya yaptıkları ABD gezileri ve bu gezilerde görüşülen kişi ve konular; Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimine kilitlenmişken, Genelkurmay Başkanının 12 Nisan 2007 tarihinde yaptığı basın toplantısında, mayıs ayında terörist eylemlerin artacağı ileri sürülerek, terörle mücadele ve sınır ötesi harekat ihtiyacının vurgulanması; Mayıs ve haziran aylarında, Tunceli'de karakol baskını ve çoğu mayınlı eylemlerden kaynaklanan, güvenlik kuvvetlerimize vaki tecavüzler sonuçunda arka arkaya can kayıplarının olması ve şehit cenazelerinde PKK'ya karşı tahrikin zirveye çıkarılması; 12 Haziran 2007 tarihinde Genelkurmay internet bildirisi ile, PKK terörünün lanetlenmesi ve "Türk Milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermeye" davet edilmesi; 13 Haziran 2007 tarihinde ABD'de "Hudson Enstitüsünde" yapılan bir Tink-Tank çalışmasında, Türkiye'de terörün tırmandığını  gösterebilecek olaylar ile, Türkiye'nin sınır ötesi harekât  imkânlarının görüşülmesi ve bu çalışmanın basına sızdırılması; faaliyetleri,  ABD'nin Türkiye'yi Kuzey Irak'a sınır ötesi bir harekâta zorladığının işareti olarak değerlendirilmelidir.

Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler dolayısıyla, zorlamalara duyarsız kalan Türkiye'nin, seçimler tamamlandıktan sonra, uyarılması ve "hala neden duruyorsunuz" dercesine arka arkaya; 30 Eylül 2007 tarihinde Şırnak'ın Beytüşşebap İlçesinin Beşağaç Köyünde 12 sivil vatandaşımızın ; 08 Ekim 2007 tarihinde Gabar dağında operasyondan dönen 13 askerimizin; 21 Ekim 2007 tarihinde Dağlıca Baskınında 12 askerimizin şehit edilmesi eylemlerini de Türkiye'nin sınır ötesi harekâtı çabuklaştırması mesajı olarak algılanmalıdır. 

Nihayet, 17 Ekim 2007 tarihinde TBMM?den sınır ötesi harekat kararının çıkması ve 05 Kasım 2007 tarihindeki Erdoğan Bush görüşmesini de düşündüğümüzde, sınır ötesi harekata Türkiye'nin, ABD tarafından, ancak çizdiği çerçeve içinde, zorlandığı görülmektedir. 

ABD meselelerini tarafları birbirine vurdurarak çözüyor. PKK'yı Kuzey Irak'tan söküp, İran'ın Kürt bölgesinde konuşlanması için zorlamak, ABD-PKK ilişkilerini menfi olarak etkileyeceğinden, Türkiye'nin baskısını ve gücünü kullanarak yer değişikliğini gerçekleştirmek, ABD'nin gelecekteki politikalarına daha uygun geldiği anlaşılmaktadır.

PKK'nın tasfiyesinde Türkiye'ye yardımcı olmuş gibi görünerek, PKK'yı, PJAK?ın içine yerleştiren ve İran Topraklarında PJAK'ı güçlendiren ABD, bu Uygulama ile:

 

Bu ihtimalleri düşündüğümüzde, Türkiye'yi "Sınır Ötesi" harekâta PKK'nın da yardımı ile ABD'nin zorladığı anlaşılmaktadır.

Böyle olunca, son sınır ötesi hava harekâtında vurulan üsler,Türkiye'nin başlattığı baskı sonucunda, daha önce boşaltılmıştı da, bu tesisler, PKK'nın tekrar dönüp yararlanamaması için mi bombalandı? Yoksa harekât, gerçekten bu tesisler halen kullanılmakta idi de içindekilerin bu barınakları terk etmeleri için mi yapıldı?

Özel harekât timleri ile koordineli müşterek bir harekât icra edilmediği için bu soru hep zihinleri kurcalayacaktır.

Ayrıca, PKK liderlerinden, soluğu kesilen, ABD yönetimi ile yolları ayrılan, PJAK'a ayak uydurabilecek enerjisi kalmayan, ıskartaya ayrılan ve Türkiye'ye teslim edilecek yeni Öcalan veya Öcalanların kimler olacağı da merak konusu olmaya bir süre daha devam edecektir. 

Sınır ötesindeki terör üslerinin vurulması ve imha edilmesi önemli olmakla birlikte, daima alternatiflerinin olduğunu unutmamak; Yurt içinde, teröre çanak tutan meseleleri hallederek, mücadeleyi bu yöne kaydırmanın esas olduğunu, buna rağmen, vaki kalkışmalarla yaz-kış demeden kararlı ve azimli bir şekilde mücadeleyi devam ettirmenin zaruretini kabul etmek  gerekmektedir. 18 Aralık 2007

Adnan Tanrıverdi

Emekli Tuğgeneral

ASDER Gnl.Bşk.

Paylaşmak ister miydiniz?

Submit to DeliciousSubmit to DiggSubmit to FacebookSubmit to Google BookmarksSubmit to StumbleuponSubmit to TechnoratiSubmit to TwitterSubmit to LinkedIn