Fetullah Gülen ve Gülenizm (20 Ekim 2015)

FETHULLAH GÜLEN VE GÜLENİZM

(20 Ekim 2015)

Bir tarafta, Kökü devletin organlarında, saçakları milletin içinde, "BAŞI" dünya hakimiyeti için amansız mücadele veren bir süper devletin merkezinde olan bir dini cemaat(!). Cemaatin dışarıdaki başının halifeleri, içerideki gövdenin ise ağabeyleri olan sorumlular da sıkışınca soluğu Türkiye dışında alıyorlar.

Diğer tarafta, 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olduğundan bu yana,  21 yıldır girdiği her seçimi bir öncekine nazaran daha yüksek oy alarak kazanarak ve seçilerek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevlerine getirilen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve onun bir yıl önce teslim ettiği ve önümüzdeki seçimlerin iktidara en yakın olan Partisi var.

Cemaat var gücü ile var gücü ile Cumhurbaşkanını ve onun kurup büyüttüğü partiyi iktidara yaklaştırmamak için gayret sarf ediyor.

Emekli olduğum 1996 yılından 1999 yılına kadar bu cemaat, en üst seviyeden benimle de irtibat kurdu. Yurt içi yurt dışı gezilerine, mütevelli toplantılarına davet edildim. Götürüldüm. Yüksel tahsil seviyesindeki gençlerimizin dindar olması için uğraştığını değerlendirdiğim bu cemaate, katıldığım etkinliklerde konuşmalar yaparak destek verdim. 28 Şubat kararlarını kendine bağlı özel okullarda tavizsiz uygulamaları nedeni ile ilişkimi gevşettim. 1999 yılında Hac farizamı yerine getirdikten sonra sakal bıraktım. Muhtemelen bu sebepten, 1999 tarihinden sonra, benimle cemaat de irtibatını kesti.

Bir dini cemaatin devletin içinde örgütlenmesi, siyasetle uğraşması ve millet tarafından seçilmiş iktidarı yıkmak için bütün gücü ile bir nevi savaşması akıl alacak bir davranış değildir.

Ancak aklı başında olan insanların ret edemeyeceği bir gerçek var ki o da; Dünyanın 150'ye yakın ülkesinde eğitim kurumu ve benzer şekillerde örgütlenerek, bu ülkelerin süper zeki çocuklarını kontrolüne alan bir cemaatin lideri, dünya hakimiyeti davasında amansız mücadele veren bir süper devletin merkezinde olacak da, bu süper güç bu lideri ve cemaatini kendi menfaatleri için kullanmayacak ve bu lider de bu süper güce hizmet ettirildiğini anlamayacak, bu mümkün değildir.

Ülkemiz için hayat memat meselesi olan 01 Kasım 2015 Milletvekili genel seçimler öncesinde  büyük mücadele tekrar alevlendi. Biz de ülkemizin selameti için istikrarı sağlayacak bir seçim sonucu için kendimizi sorumlu hissettiğimizden düşüncelerimizi yakın arkadaşlarımızla paylaştık.

Kemal Gökdoğan, birikimli yorumları ile hep istifade ettiğimiz emekli bir asker arkadaşımızdır. Bize Fetullah Gülen ve Cemaati hakkında 18 Ekim 2015 tarihinde gönderdiği bir mail ile hatıralarını paylaştı. Bu şahıs hakkındaki kafamızda mevcut olan bir çok soruyu aydınlattı. Ertesi gün bir, bu gün de üçüncü mailini adım, Değerli Dostum Kemal Gökdoğan Bey'in.

Bize üç bölüm halinde ulaşan tespit ve değerlendirmelerin dar bir çevrede kalmasına gönlüm razı olmadı ve değerli kardeşimizin bu yazısını değerli takipçilerimiz ve kamuoyu ile paylaşmak için aşağıda aynan sunuyorum.

Hayırlara vesile olmasını dilerim. 20 Ekim 2015

Adnan Tanrıverdi

ASSAM Ynt. Krl. ve

ASDER Onursal Bşk.

*********************************************************************************************************************************

"FETULLAH GÜLEN VE GÜLENİZM HAKKINDA BİR TAHLİL

BİRİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE'NİN TAPUSU

2006-2007'de Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN ve Fetullah GÜLEN arasında yollar zımnen ayrıldı. Fetullah GÜLEN ülkeyi el altından yönetmek için Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN'dan neredeyse Türkiye'nin tapusunu istedi. Bu istek karşısında ERDOĞAN gerekli uyarıyı yaptı ve nihayetinde "öküz öldü ortaklık bozuldu". Ancak her iki taraf da bir müddet bunu dışa vurmadı. Koku Ergenekon-Balyoz sürecinde yavaş yavaş çıkmaya başladı. Ve 17-25 Aralık olaylarında yollar resmen ayrıldı.

Bu sürecin ayrıntısına girmeyeceğim. Şimdi yeri ve zamanı değil. Şimdilik bir arkadaşın mesajına bazı notlar düşeceğim.

KAZANI YAVAŞ YAVAŞ KAYNATMAK TAKTİĞİ

2006-2007'ye kadar (hatta daha da evveli var şimdilik oraya girmeyelim) ERDOĞAN'ı, AKP'yi ve iktidarın icraatlarını sorgusuz sualsiz arşı âlâya çıkaran Fetullah GÜLEN camiası 17-25 Aralık olaylarından bir yıl kadar önce eleştiriye başladı. Kulaktan kulağa dedikodu yayma yöntemi kullanıldı… “Erdoğan iyidir de etrafı kötüdür de, yolsuzluklar var da falan filan” dedikodularla zemin hazırlandı bana da cemaatten hiç tanımadığım şakirtler yanlarına tanıdığım bir kaç kişiyi alarak geldiler yapay samimiyetle bu tür şeyleri (sizin şimdi anlattıklarınızın benzerlerini) anlattılar... ben de safım ya yuttum tabi, (öyle zannettiler) ve 17-25Aralık olaylarından sonra aynı cemaat lideri ve takımı aynı ERDOĞAN'ı aynı AKP'yi aynı kişileri ve aynı iktidarı firavun, nemrut vb... ilan ettiler.

SAMİMİYETİN BİTTİĞİ NOKTA

Bu tablo karşısında Fetullah GÜLEN camiasından birisi samimi bir kalple de olsa, yapıcı, yol gösterici de olsa bu vakitten sonra onun eleştirisinin benim yanımda hiç bir değeri yoktur. Anti parantez ben ERDOĞAN'ın ve AKP'nin eleştirilemez kutsal olmadığını defalarca vurguladım. Türkiye nasıl ki Fetullah GÜLEN'in tapulu malı değilse Türkiye ERDOĞAN'ın ve AKP'nin de tapulu malı değildir. Ancak... eleştiride ERDOĞAN ve AKP gitsin ülke batsa da olur noktasına gelmiş olan camianın hırsının, kininin, intikamının kokusunu aldığım anda hafakanlarım basıyor.

Bu meseleyi burada tekrar tekrar gündeme taşımanın  bu nedenle benim için hiç bir anlamı yoktur. Fakat siz yine de anlatın belki anlamlı bulanlar olabilir.

NOT:

Seçim öncesinde Paralel Yapı meselesini kaşımamak arzu ediliyor ancak bence bir şeyler bilenin tam konuşma vakti bu zamandır diye düşünüyorum. Çünkü ülkenin koalisyon belasına maruz kalması ve HDP'nin daha fazla güçlenerek siyasi istikrarın iyice bozulması için elinden geleni yapan Paralel Yapı tüm güçleriyle her cepheden iktidara saldırırken SUSMAYI HAZMEDEMİYORUM.

Değerli büyüklerimden ve değerli kardeşlerimden özür dileyerek eteğimdeki taşların bir kısmını dökeceğim.

Uzun bir yazı olacak. Okuyana da okumayana da en baştan saygılarımı sunuyorum.

CEMAATİN HİZMET BOYUTU

Fetullah GÜLEN’in 1970’li yıllarda başlattığı yapılanmayı bu ülke için YETİŞMİŞ DEĞERLER olarak kabul edebilir miyiz?

Evet, KISMEN.

Cemaatin tabanı baştan sona samimi insanlardan müteşekkildir. Ben 53 yaşındayım ve bu insanlarla neredeyse 35 yıldan fazla zamandan beri mesafeli düzeyde de olsa hasbihalimiz vardır.

CEMAATİN TERÖR BOYUTU

Fetullah GÜLEN’in 1970’li yıllarda başlattığı yapılanmayı bu ülkeye yönelik bir TERÖR ÖRGÜTÜ olarak kabul edebilir miyiz?

Evet, KISMEN.

Dindar ve samimi taban hariç geri kalan kripto yönetim tam bir terör örgütüdür.

TABANSIZ TERÖR BOYUTU

Tabanın bir kısmı kullanıldığını 17-25 Aralık gerçeğinde görünce üzerindeki asalakları (hiyerarşik PARALEL yapının gizli yöneticilerini) silkeleyip atmaya başladı.

Zaman içinde tabanın tamamen alttan kayacağı mâlumdur fakat hiyerarşik yapının gizli yöneticileri ve açığa düşmüş deşifre olmuş militan şahsiyetleri ve gizlenme ihtiyacı duymayan “sempati toplayıcı kitle” tabansız bir tavan olarak eylemlerine devam edeceklerdir.

EYLEMLERİ NELERDİR?

Şimdilik Sn. Cumhurbaşkanı’nı, AKP’yi ve cemaat karşıtlarını firavun ve deccal ilân ederek ölümüne mücadeledir. Bu mücadeleyi CHP’ye, MHP’ye, HDP’ye destek vermekle ve PKK’ya yalakalıkla sürdürmektedirler. Bir de sosyal medyada, çok mahir oldukları müstear isimlerle yalan, dolan, iftira, kumpas, yazı, tweet, kaset, resim ve her türlü üçkâğıtla yoğun şekilde yapmaktadırlar.

KAFA KARIŞTIRMA EYLEMİ

Bir zamanlar hasbihal ettiğimiz fakat şimdilerde ayda yılda bir tesadüfen karşılaştığımız şakirtler 17-25 Aralıktan sonraki seçim arefelerinde sahte gülücüklerle ev veya iş ziyaretine geliyorlar. Ağızlarında bir sürü lüzumsuz şeyler geveledikten sonra güyâ üstü kapalı propagandaya başlıyorlar.

Memlekette ahlâksızlık, fuhuş, cinayetler artmış.

Müslümanlar fişleniyormuş.

Basın susturuluyormuş.

Can güvenliği kalmamış.

Yunanistan’da dahi daha çok insaniyet varmış.

Suriyeliler her yeri istila etmiş.

Bizim Suriyeliler kadar değerimiz kalmamış.

Bu gidişin sonu kötüymüş.

Dur demek lazımmış.

Bu muhteremlere;

Ben de aynı kanaatteyim. Bu nedenle ben de sizin gibi oyların doğuda PKK’nın HDP’sine, sahilde CHP’ye ve İç Anadolu’da MHP’ye verilmesi taraftarıyım. Memlekete bu kadar hainlik eden AKP yeter ki gitsin, memleketi HDP ve Kandil yönetse de olur” deyince beni AKP fanatizmiyle suçlayıp gidiyorlar.

CEMAATİN CEMAZİYEL EVVELİ

AKP ve Cemaatin arası Ergenekon-Balyoz-Islak İmza vb. süreçte birileri tarafından açıldığı iddia ediliyor.

Hayır efendim. Bu iddia, iyi niyetli cemaatçilerin, cemaate sempati duymaya devam edenlerin ve cemaatin cemaziyel evvelini yani kirli ve gizli yüzünü yakînen tanıma fırsatı bulamayanların zanlarıdır.

Bir kaç olay anlatayım da merak edenler okusun...

12 EYLÜL 1980 SÜRECİ

Her cemaate baskı yapılıyor, hakaret ediliyor, İslâmi değerlere saldırılıyor... ve bu arada Fetullah GÜLEN de askeri cunta tarafından fellik fellik aranıyor ama bir türlü bulunamıyor. Şakirtler boş durmuyor bir yandan habire sempatizan topluyor.

PARALEL KERAMET

Üniversite yıllarımda Milliyetçi Ülkücü harekette Yazıcıoğlu rüzgârıyla tasavvufa yönelmişlerdenim. Bu hassasiyetimi iyi bilen görevli bir şakirt bana geldi; “Bir hain Hocaefendi’nin yerini ispiyonlamış. Polisler tutuklamak için baskın yapmışlar fakat gözlerine perde çekilmiş önlerinde duran Hocaefendi’yi görmemişler ve burada yok deyip gitmişler” dedi. Ben yirmili yaşların saflığında olduğumdan neden yalan söyleyeyim ki o zaman bu keramete inandım. Nereden bileyim ki o polislerin tâ o zamanın paralel polisleri olduğunu ve Fetullah’ı gördükleri halde göremedik deyip dönüp gideceklerini.

HALİD BAĞDADÎ’NİN CÜPPESİ

(Mevlânâ Halid-i Bağdadî (1779-1827), Nakşibendi Halidiye yolunun öncüsü ünlü âlim ve mutasavvıftır.)

Her hafta İstanbul Beyazıt Hilâl Apartmandaki Risale-i Nur derslerine misafir öğrenci kategorisinde katılıyorum. Dersler, çay, muhabbet, dostluk nefis. Fırıncı ve Üstad Said Nursi’nin diğer yaşayan talebelerini dinliyoruz.

Yine peşimdeki görevli şakirt, beni başka bir Nurcu grubuna kaptırmamak için hemen bir keramet daha anlatıyor: Halid-i Bağdadi Afyonlu bir hanıma cüppesini ve takkesini hediye etmiş ve bunları saklamasını ve Afyona bir İslâm kahramanı âlim gelince emaneti ona teslim etmesini söylemiş. Ve o âlim Afyona gelmiş. Kadın emaneti teslim etmiş. Hiç bir hediye kabul etmeyen Bediüzzaman (Said Nursî  1878-1960), cüppeyi ve hırkayı almış. Sonra Bediüzzaman da bunları birisine vermiş ve kendisinin hakiki talebesine ulaştırmasını söylemiş. Bir gün Hocaefendi’ye o emanet gelmiş ve hemen giymiş ve elhamdulillah emanet bu fakire ulaştı demiş. (Hoca Pensilvanya’ya sıvışmadan önce).

Buna da inanmıştım. Çünkü Mevlâna Halid Bağdadi’ye atfedilen Halidiyye Kolu sufilerindendim. Şakirt beni Fetullah’a doğru yönlendiriyordu.

TÜRKİYE EMANETİ

Bir gün bir yerde duydum ki Peygamber Fetullah Hoca’ya görünmüş ve Türkiye’nin sorunlarını halletmek üzere emanet etmiş. (Dileyen bağlantıdan dinlesin). Pek aklıma yatmadı ama yine de inanasım gelmişti. Çünkü daha önceki duyduğum şeyler beynimde haşhaş (eroin) etkisi yapmaya başlamıştı.

https://www.youtube.com/watch?v=-oxBZgVdlQ8  

2. ABDULHAMİD’İN HÂFİYELERİ

Şakirtlerle dertleşiyoruz. Öğrencilik yıllarımız. Adrenalin tepemizde tavan yapmış. İslâm ve Müslümanlar basında yayında eğitimde öğretimde askeri vesayete sığınanlar tarafından aşağılanıyor. İslama karşı açıktan saldırı var. Allah’ın dini ile alay ediliyor ve biz ne yapıyoruz? Hiç bir şey. Ne yapabiliriz? Bu tağutlarla nasıl mücadele edebiliriz?

Şakirt başı derdimize derman olacak bir hikâye anlattı:

2. Abdulhamid’in Avrupa saraylarına soktuğu ajanlar şikâyete gelmişler. Padişah Şeyhülislam’ı çağırmış ve derdinizi ona anlatın demiş. Anlatmışlar... Efendim biz istihbarat uğruna gâvur kılığına giriyoruz ve gâvur olduğumuza inandırmak için Avrupalı saray kadınlarıyla yatıp kalkıyoruz, içki kullanıyoruz, dans ediyoruz ve bu sebeble bunalıma giriyoruz. Bu işi bırakmak istiyoruz lâkin hünkârımız müsade etmiyor, devam diyor. Siz ne buyurursunuz? Şeyhülislam sakallarını sıvazladıktan sonra; “evlatlarım Allah indinde sizin girdiğiniz günahlar bizim sevaplarımızdan üstündür, vazifeye devam” diyerek cevaz vermiş.

Hikâyeyi dinledim ve beynimde şüphe çanları çalmaya başladı. Bu hikâye 2. Abdulhamid gibi bir padişaha iftiradan başka bir şey olamazdı ama iyi niyetle uydurulmuş bir hikâye diye önce fazla önemsemedim.

LÂĞIM BORUSUNDAN SÜT İÇİLMEZ

Sonra… Mensubu olduğum Halidiyye sûfiliğinin İslâmi hassasiyetine baktım bir de cemaatin İslâmî hassasiyetine baktım. Cemaatte hizmet, gizlilik, ve devletin kılcal damarlarına sızma uğruna her türlü melânete izin var. Sufilikte ise asla ve kat’a İslâm’a gayrı meşru yoldan hizmet verilemez kuralı işliyor.

Hafiye hikâyesi beynimde yeniden depreşti ve şakirtlerle tartıştık. Bir sufi dostuma meseleyi anlattım. O dostum bu tür konulara bir âlimin şöyle cevap verdiğini söyledi; “Lâğım akan borudan süt içilmez”.

UYANIŞ

Âlimin muazzam cevabıyla yavaş yavaş girmekte olduğum haşhaşın etkisinden kurtuldum elhamdulillah. Fakat yine de cemaate karşı uzaktan sempatim devam etti.

2. HAMLE

Öğrencilik bitti. 1986 yılı sonuna doğru mesleğe başlangıç eğitim ve kurslarındayız. Bir caminin üst katında beş-altı kadar sufi grubuyla hatme-i hâcegân muhabbetindeyiz. O gruptan bir sufi benimle sıkı fıkı olmaya başladı. Önce küçük Risale-i Nur kitapçıklarıyla yaklaştı sonra Fetullah hocadan bahsetmeye başladı. Yabancı olmadığım alanda ben de bu yapay yakınlaşmaya cevaz verdim. Ne de olsa İslâm düşmanlarına karşı müttefiktik.

Öğrencilik yıllarımdaki durumum cemaatin (FİT/Fetullah İstihbarat Teşkilatı) istihbaratı tarafından bu şakirde ulaşmış demek ki... Sufî gruba sufi takiyyesiyle SIZINTI yapmış olan şakirt de beni tekrar kazanmak için 2. hamleyle görevlendirilmişti, bu belliydi.

Fiskoslaştık ve hafta sonu bir ışık evinde buluşmak üzere program yaptık.

DEVE KUŞU

Cuma mesaisi bitince Gebze-Haydarpaşa banliyö trenine ayrı ayrı bindik. Birbirimize yakın durmuyorduk. Pardesümüzün yakalarını kaldırdık ve etrafı dikizledik. Şakirt bu hafiye davranışlarını zevkle yapıyordu bana da hafakanlar basıyordu ama dostluk adına ses çıkarmıyordum.

Buluşma evine beşer dakika ara ile girdik. Evdekilerle selamlaştık. Oturduk. Uyduruktan bir risale dersi yaptık ve ardından tanıştık. Benim arkadaş kendisini başka bir isimle beni de başka bir isimle tanıttı. Oradakiler de kendini tanıttı ama onların da isimleri bizim gibi uydurma olmalıydı. Herkes deve kuşu gibi gizlenmeye çalışıyordu.

Komediye başka bir eve hafiye taktiklerle intikal ederek devam ettik. Hocaefendilerinin ağlamaklı bir kaç kasetini dinledik. Tanışma faslında yine uydur kaydır isimler, yapay muhabbetler falan filan.

Toplantıdan sonra beni getiren şakirtlere bu tür hafiyelik oyunlarını sevmediğimi, o toplantıda MİT ajanları olabileceğini ve bu tür komediyi bırakmalarını söyledim.

AFOROZ

CEMAATE UZAKTAN SEMPATİZANLIK” makamından bir müddet sonra aforoz edildim. Bir kişi hariç bana bir daha yaklaşmadılar. O kişinin de cemaati kontrol eden devlet ajanı olduğunu tahmin ettiğim için ondan ve bu pis oyunlardan bugüne kadar uzak durdum.

CEVAPSIZ SORULAR

Aforozdan sonraki on yıl zarfında yaşadığım olayları şimdilik es geçiyorum. 1995 yılının dini bayramında bir şehirdeki anımı anlatacağım.

Bir dostun evinde şehrin büyük abilerinden (imamlarından) olan birisiyle karşılaştık. Söz döndü dolaştı cemaat ve tarikat arasındaki farklara geldi. Tarikatları pasiflikle suçladı cemaati aktiflikle öve öve yere göğe sığdıramadı. Benim sigortalar attı.

Yukarıda kısaca yazmaya çalıştığım olayları daha detaylı anlattım. İmam renkten renge giriyordu. Çünkü anlattıklarım cemaatin tabanlarından sakladıkları gizli stratejileriydi. İnkâr ve ret edemedi. Sadece “bazı arkadaşlar hizmette bu tür abartılara kaçabiliyorlar” diyerek savunma yaptı.

Konuyu değiştirmek istedi ama ben inatlaştım ve kendisine sordum:

1-Bu stratejiden Hocaefendinizin haberi var mı?

2-Bu stratejiyi Hocaefendiniz mi planladı yoksa siz mi planladınız?

3-Bu stratejinizi tabanınız biliyor mu?

4-Bu stratejinizin MİT tarafından hem de içinizden takip edildiğini biliyor musunuz?

5-Her cemaate, her partiye takiyyecilerinizi sızdırma planını hocaefendiniz mi emretti siz mi planladınız?

6- Devletin kılcal damarlarına sızarken size de sızıldığını biliyor musunuz? Vs...

Sorularıma nasıl cevap verirseniz verin

sizin stratejiniz sakat.

Bu stratejiyi Hocaefendiniz kurduysa

hocanız da siz de yanlış yoldasınız.

Eğer siz yapıyor da

Hocaefendinize haber vermiyorsanız

yine tümden sakat bir iş yapıyorsunuz

diyerek sustum.

Cevap bekledim.

Benim sorularıma cevap vermedi ve başka bir konuya geçtik.

UZAKTAN BU KADARSA

Bu cemaatle ucundan kıyısından girdiğim ilişkilerde bu kadar problem tespit ettiysem, Latif ERDOĞAN gibi cemaatin özünden gelenlerin anlattıklarına hiç şaşırmamak gerekir. Ben yaşadıklarımın tamamını gizlemeden anlatıyorum ama Latif ERDOĞAN’ın bildiklerinin binde birini anlatıp gerisini anlatmaktan hayâ ettiğini tahmin ediyorum.

BENİM TEORİLERİM

Buradan sonra anlattıklarım görünen olayları tahlilimden ibarettir.

SİYASİ DEHÂ

Benim gibi sıradan bir vatandaş Fetullah’ın sakat stratejisini kabaca çözdüyse, Erdoğan gibi usta bir siyasi dehâ hayda hayda en ince ayrıntısına kadar çözmüştür, bunda şüphem yoktur.

DEVLET VE DEMOKRASİ PROBLEMİ

Askeri vesayet bu devletin ve milletin en büyük problemiydi. Acilen çözülmesi gerekiyordu fakat nasıl?

DİNSİZİN HAKKINDAN İMANSIZ GELİRMİŞ

Devletin, milletin, inanç özgürlüğünün ve demokrasinin en büyük engeli olan askeri ve Kemalist bürokratik vesayetin şer gücünün hakkından ancak başka bir şer güç gelebilirdi.  Öyle de oldu.

Otuz yıldan beri devletin kılcal damarlarına her yol meşrudur diyerek sızan kripto şakirtler Ergenekon ve Balyoz davalarında yaşa kuruya bakmadan asker ve Kemalist bürokratik vesayetin belini hukuk, bilim ve basındaki örgütlenmeleri sayesinde kırdılar. Cemaat zannetti ki asker ve Kemalist vesayetin yerine kendi vesayetlerini koyacaklar. Ancak umdukları gibi olmadı. İki şer güç birbiriyle kapıştı ve birbirini törpüledi ve kazanan DEVLET ve MİLLÎ İRADE oldu.

CİĞERİNE OTURDU

Türkiye’nin tapusuna kırk yıl önce göz koymuş olan Fetullah Stratejisi, Türkiye tarihinin en büyük siyaset ustası karşısında ofsayta düştüklerini, açığa çıktıklarını fark ettiler ama iş işten geçmişti. Ergenekon ve Balyoz sürecinde zafer sarhoşluğu nedeniyle deşifre olmuşlardı.

Asker ve Kemalist bürokratik vesayet

güç zehirlenmesi nedeniyle

Erdoğan’ın milli iradeye dayalı

meşru siyaseti karşısında

nasıl ki kendi kendini bitirdiyse,

Fetullah stratejisi de kendi güçlerinin zehirlenmesine uğradılar ve yok olma sürecine girdiler.

Meşru siyasetin bu ustalığı karşısında Fetullah çıldırdı, Ergenekon-Balyoz sürecinin sonucu ciğerine oturdu ve o meşhur BEDDUA seansını yaptı.

ERDOĞAN’I SAF ZANNEDENLER

Erdoğan (AKP) ile cemaatin arasını Islak İmza vs. gibi komplolarla bozdular, birbirlerine düşman ettiler senaryosuna inanan dostlar LÜTFEN bu kadar temiz kalpli olmayın. Erdoğan onun bunun ağzına bakacak kadar saf değildir. Ben, Erdoğan’ın ve Arınç’ın Paralel yapı tarafından aldatıldık, ihanete uğradık tarzındaki beyanlarının dahi siyasi bir söylem olduğunu tahmin ediyorum.

Siyasetten zerre kadar anlamadığı halde siyaseti ele geçirmeye çalışan Fetullah siyaset konusunda saf olabilir aldanabilir ama Erdoğan asla.

SİYASİ TEDBİRLER

AKP ve Erdoğan’ın sırtından devletin tapusunu ele geçireceğini zanneden kırk yıllık paralel strateji çatır çatır çökmeye başlayınca akıl tutulmasına girdiler. Tüm güçleriyle saldırıya geçtiler.

Erdoğan

Başbakanlık koltuğuna oturduğu andan itibaren

Paralel’in tüm hamlelerini

çok önceden hesap etmemiş olsaydı...

“Böcek” olayında,

“Kriptolu Telefon Dinleme” olayında,

“AKP’ye sızan takiyyeciler” olayında

ve diğer her Paralel stratejisinde

en başından beri tedbirli olmasaydı,

Arınç ve Gül ile birlikte

Cemaatin hırslarına karşı

“iyi polis kötü polis” siyasetini uygulamasaydı çoktan yok olup gitmişti.

GEÇ  UYANDILAR

AKP ve Erdoğan’ı kullanamayacağını biraz geç anlayan Paralel ihtirasın 2003’den beri yedekte beklettikleri tüm kumpasları, şantajları, iftiraları, yalanları öne sürmeleri işe yaramadı.

AKP OY KAYBETMİŞ

Ecevit’ten itibaren CHP’yi, Başbuğ’dan sonra MHP’yi, Şehit Yazıcıoğlu ve Topçu’dan sonra BBP’yi ve  Kamalak’ın SP’ni kısmen içeriden ele geçirdiği için hepsini de parmaklarının ucunda mandik mandik oynatan Hoca, yanlarına HDP’yi de katarak Erdoğan ve AKP’den siyasi intikama devam etti. Bu arada küresel karanlık güçler de kumpanyaya katıldı. PKK’nın da yoğun baskı ve propagandasıyla HDP’ye hep birlikte barajı aşırttılar.

Doğru, AKP %10 civarında oy kaybetti ama gözden kaçan bir gerçek var; AKP oy kaybetti ama İLKE KAYBETMEDİ ve neticede DEVLET KAZANDI, MİLLÎ İRADE KAZANDI, DEMOKRASİ KAZANDI.

Ve kazanmaya devam edecek.

KAYBEDEN KAZANMIŞTIR

Ülkedeki ve dünyadaki tüm şer güçler, tüm şer siyasiler, tüm teröristler, tüm paralel yapılar AKP ve Erdoğan’a saldırdıkça saldırıyorlar. Bu kadar saldırı ve ittifak karşısında milli irade ve Allah’tan başka dayandığı yer olmayan Erdoğan’ın bundan sonra da kalleş cephe karşısında kaybedeceği her şey benim nazarımda ZAFERDİR.

AKP VE ERDOĞAN’IN SİYASİ HATALARI

Var mıdır? Vardır?

Niçin vardır?

Çünkü beşerdir.

Ben de sizin gibi beşerim diyen Rasulullah dahi beşerî fıtratı gereği hata (zelle) yapabiliyorsa ve vahiyle düzeltiliyorsa, VAHİY almayan Erdoğan neden yapmasın?

FETULLAH HATASIZ MI

Hatasız diyen beri gelsin.

HATADA KERAMET YOKTUR HİKMET VARDIR

Erdoğan ve AKP’nin hatasında

keramet meramet arayan yoktur.

Evvelâ bu böyle biline. Sonra…

Beşerin hata yapmasını dileyen Hak, hatalardan ders almak hikmetini amaçlamıştır.

Hata yapmayan insan kendini ilah zannetmeye başlar.

Hatadaki en büyük hikmet ilahlık iddiasından uzak kalmaktır.

ANKETLER

Erdoğan ve AKP anketler yapıyor. Halk hatayı da sevabı da açıkça söylüyor. Böylece hatalardaki hikmet açığa çıkıyor. Erdoğan ve AKP hatalardan ders almasalardı bu kadar iç ve dış şer ittifakına bu kadar müddet dayanamazlardı.

FETULLAH HATASIZ İSE PARTİ KURSUN

Oyumu ona vereyim.

Evet Fetullah parti kursun hem PKK’nın HDP’si ile ittifak ederler, AKP’yi daha çok sallarlar.

İKİNCİ BÖLÜM

ÇAKAL YAVRULARININ OYUNLARI

Tabiat belgesellerinde izleriz... çakal yavruları büyüklerin kulaklarını ısırır kuyruklarını asılır ve kardeşleriyle de boğuşurlar. Tüm bu oynaşların amacı yavruların gelecekteki AVLARA hazırlanmasıdır.

DİJİTAL TEKNOLOJİDEN ÖNCE

Yıl 1986 sonbaharı, 29 yıl evvel... Hafta sonu tatilindeyiz, şakirt bir dostumla Boğaz'da bir pastaneye gittik. Bizden önce gelen bir kaç şakirdin masasına oturduk. Çay içiyoruz. Tanımadığım şakirtlerden birisi elindeki Zippo çakmağı sürekli çat çut açıp kapatıyor, diğeri de hafif kalın bir dolmakalemle oynuyor. Diğer masalarda da bizim gibi kısa traşlı sakalsız bıyıksız delikanlılar yanlarındaki kız arkadaşlarıyla aşk meşk boyutundalar. Pastaneden ayrıldık. Perdeleri kapalı, içerisi loş ve rutubet kokulu IŞIK (?) evine döndük. Zippo çakmak ve dolmakalem alacakaranlık masaya konuldu bir kaç tiktak hareketten sonra içleri açıldı. Benim saflığım tuttu... çakmak ve kalem bakımı yapacaklar zannettim. Meğer ki KASET EKİBİ pastaneye gelen diğer gençlerin fotoğraflarını ve seslerini kaydetmişler. Mikro fotofilm ve mikro ses kasetini çıkarıp çantalarına koydular yerlerine yenisini takıp kapattılar. Ben sormadan bana hava atarak şöyle anlattılar: Solcu meslektaşlarımızın fahişelerle buluşacağını öğrendik ve sizin de şahit olmanız için pastaneye beraber gittik ve onları kayda aldık. Fotoğrafları ve ses kasetini amirlerine postalayıp onları ahlâksızlıktan disipline verdireceğiz.

Paralel yavrular tâ 30 yıl önce dijital teknoloji yokken bu tür oyuncaklarla oynuyorlardı.

Bu yavrular büyüyünce ne yapar?

Ne yaptılar?

Biliyoruz ve biliyorsunuz.

Dijital teknoloji çağında nice canları montaj ve gizli çekim şantajlarıyla nice iftiralara nice kumpaslara sürüklediler.

EŞİMİZ DAHİ BİLMEYECEK

30 yıl evvelki şakirtlerin bu tür çakal oyunlarını gördüm ama o zaman şöyle düşünüyordum. Kur'an bir ayette insanların gizlisini araştırmamayı emrediyordu ama şakirtler vatan millet din sevdasıyla bir nevi düşman addedilen sol, komünist ve dinsiz ideoloji cephesiyle cihat ediyorlardı. Bu da onların yöntemi diyerek kendi şeffaf ve meşru dairedeki inanç yaşamımı sürdürüyordum.

Şakirt dostlar benim hafiyelik işlerinden hoşlanmadığımı anlayınca daha idealistçe "mukaddes bir vazife" teklifinde bulundular...

Projeye göre… Açık bir kızla evlenecektim. Öğretmen veya hemşire öncelikli olmalıydı. Dini ameli olmamalıydı, ileride dine yönelmemeliydi, başı hep açık kalmalıydı. Eşime ölene kadar asla namaz kıldığımı ve dini yönümü hissettirmemeliydim. Eşimle her türlü eğlenceden ve kokteylden geri kalmamalıydım. İçkilere gizlice bir miktar tuz veya sirke dökmeliydim, ve sınıfımda yükselebildiğim yere kadar azimle yükselmeliydim. Eşimi eş olarak değil de gizlenme aleti olarak kabul edecektim. Çok önemli mevkilere gelme ihtimalimi dikkate alarak gerekirse bebek sahibi dahi olmamalıydım. Çünkü evlat hizmette zaafiyet demekti. Otuz, kırk yıl sonra bu serdengeçtiliğimizin meyvesini yiyecektik. Tabi o zamanlar meyvenin ne olduğunu tam olarak tahmin edemiyorduk... Meğer ki Ergenekon-Balyoz- Başbakanı dinleme, 17-25 Aralık Operasyonu, siyasal partileri yönetim kadrosuyla ele geçirme vb. kumpas haltlarının meyveleriymiş.

Elbette mukaddes vazifeye uymadık...

NİYET VE ÂKIBET

30-40 yıl evvelki o delikanlı şakirtler o zamanlar gerçekten HAYR niyet taşıyorlardı. "Milletin imanını selamette görmek" uğruna kendilerini şeriat dışı yol kullanmakla ateşe atıyorlardı, cehenneme girmeye razılardı. Bu da onları gözümde kahraman yapıyordu.

Ancak âkıbet hiç de HAYR olmadı. Ulaştıkları gücün namlusunu önce kısmen ERBAKAN'a, sonra yine kısmen ÖZAL'a en sonunda da tüm barut haklarını kullanmak üzere en sert şekilde ERDOĞAN'a çevirerek patlatmaya kalkıştılar. Şükür ki acemiliklerinden dolayı Allah ellerini ayaklarına doladı da tetik ateşlemedi... açığa düşüp sırıtıp kaldılar.

SAF MIYIM BASİRETİM Mİ BAĞLANDI

MİT'i FİT'e (Fetullah İstihbarat Teşkilatı'na) teslim etmeyen Hakan Fidan'ı tutuklama girişimi ve 17-25 Aralık ihanetine kadar bu cemaate her nasılsa hep kahraman serdengeçtiler gözüyle baktım. Yollarını, yöntemlerini, stratejilerini hep eleştirdim ama aynı zamanda her nedense hep sevdim o keretaları.

Paralel ihanetten sonra Başbakan'ın (ERDOĞAN) sesi kısılana kadar meydan meydan bağırmasıyla 30-40 yıllık saflığımdan ancak kurtulabildim.

ÂKIBETİMİZ HAYIR

Seçimler yaklaşıyor. Ülkemiz ya koalisyon krizleriyle boğuşmaya devam edecek ya da tek parti istikrarıyla iç ve dış şer cephesiyle mücadeleye devam edecek.

Sandıktan ne çıkarsa çıksın meşru yolumuzdan dönmedikçe gayri meşruya bu ülkede ekmek yok.

Meşru yoldan dönmedikçe âkıbet hep hayır olur... kazansak da kaybetsek de.

CEMAATLER AKP'NİN TAPULU MALI DEĞİLDİR

Fetullah cemaatini AKP'ye oy vermiyor diye eleştirme hakkımız yoktur çünkü hiç bir cemaat hiç bir partinin tapulu malı değildir. Bu yazıyı da oy vermiyorlar diye yazmıyorum…

Cemaatlerin tabanı da hocaların, liderlerin ve yöneticilerin tapulu malı değildir. Cemaat bireyleri özgür iradeleriyle ve kendi akıllarıyla oylarını diledikleri partiye vermelidir.

Peki paralel cemaat liderlerinin Erdoğan'a ve AKP'ye ihanetini niçin anlatıyorum? İzah edeyim.

MUHALEFET BAŞKADIR İHANET BAŞKADIR

Bir cemaat bir partiye muhalefet yapabilir. Geçmişte bazı cemaatler bazı partileri desteklemiş bazılarına meşru muhalefet yapmışlardır. Şimdi de bu tür muhalif veya dost cemaatler vardır ve hep olacaktır.

İhanet ise bambaşka bir mevzudur.

Her partiye kripto elemanlar sızdırarak ele geçirmeye çalışmak ve partileri cemaatin çıkarları doğrultusunda zombileştirmek ihanettir.

Devlet kurumlarına cemaat elemanı yerleştirmek için iktidar partisine ölümüne destek vermek, ölüleri dahi mezardan kalkıp oy vermeye çağırmak fakat bu hırsın hesabı sorulunca da o parti liderinin şahsına, ailesine, partinin şahsı manevisine, bakanlarına, vekillerine, belediye başkanlarına, parti üyelerine ve seçmenlerine toptan kahpece bir iftira savaşı başlatmak ihanettir.

Cemaat lideri ve elebaşları AKP’yi diğer bazı partiler gibi ele geçiremeyince, zombileştiremeyince ihanet yolunu seçtiler.

AKP-CEMMAT KAVGASININ GERÇEK YÜZÜ

Cemaatin amacı AKP'nin beynine bir virüs gibi yerleşmek ve ülkeyi AKP vasıtasıyla cemaatin tapulu malı haline getirmekti. Olmadı. Erdoğan izin vermedi. Taviz vermedi. AKP'yi ve ülkeyi virütik yapıya teslim etmedi. Bu nedenle Firavun ilan edildi.

Kavganın aslı astarı budur gerisi hikâyedir. Kim ne anlatırsa anlatsın külahım dinler.

KEŞKE İHANET YERİNE MUHALEFET YAPSAYDILAR

Cemaat AKP ve ERDOĞAN'a ihanet yerine meşru muhalefet yolunu seçseydi kendine yazık etmezdi.

NOT:

30-35 yıl evvelki şakirt dostların ne isimlerini ne de kim olduklarını asla ve asla hiç bir zaman hiçbir yerde zikretmedim. Hemen hemen hepsi zihnimden silindi gitti. Otuz yıldan beri de hiç birisini ne gördüm ne de haberleştim. Onları unutmasaydım yine zikretmezdim çünkü onlar bana dostça güvenen gençlerdi ve satılmayacaklarını biliyorlardı. Yanılmadılar, yanıltmadım.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

GÜLEN VE GÜLENİZMİN PSİKO BOYUTU

Cemaatler içinde Türkiye ve dünya gündemini son çeyrek asırda en fazla meşgul etmiş olan “GÜLEN Hareketi” veya kendi tercihleriyle “Câmia” ya da ülke güvenliği ifadesiyle “FETÖ” (Fetullahçı Teör Örgütü)nün psiko boyutu hakkında özel bir yorum getirmek istiyorum.

FETULLAH GÜLEN

Kimdir ve amacı nedir?

Tabii ki biyografisini ve amacını burada anlatmayacağım çünkü haddinden fazla lehinde ve aleyhinde yazılıp çizildi. İyi birisi midir kötü birisi midir diye sorgulamayacağım, niyetinin halis mi hainlik mi olduğunu da bu bölümde okumayacağım. Klasik yorumlar yerine en çok dikkatimi çeken AZMİ, HIRSI ve ETKİ GÜCÜ hakkında sadece özel düşüncelerimi arzedeceğim.

ÇILGIN İNANÇ

Bir insanın bu kadar azimli, hırslı ve etkileyici olması için kendisinin ve misyonunun kutsal ve tek seçenek olduğu yönündeki inancının yüzde yüz olması gerekir. Fetullah GÜLEN’in gerilimden her an patlayacak gibi görünen yüzünde ben bu inancı görüyorum.

İslâm’ın, Müslümanların, Türkiye’nin, dünyanın ve tüm insanlığın tüm dertlerinin TEK VE EN ETKİLİ merheminin sadece ve sadece kendisi ve sistemi olduğuna  “çılgınlık” derecesinde inanıyor.

Çılgınca İnanmak” deyimiyle meramımı tam anlatamadığımdan eminim. Bu nedenle “teşbihte hata olmaz” kuralına istinaden ne demek istediğimi bir örnekle anlatacağım:

AKIL OYUNLARI

Akıl Oyunları filmini izleyenler bilir…

1994 yılı Nobel ödüllü matematik ve iktisat Profesörü John Forbes NASH’in (1928–2015) hikâyesi ilginçtir. Nash kendi kurguladığı şizofrenik bir boyutta gerçek varlıkları olmayan insanlar görmekte, yine gerçekte var olmayan bir CIA görevlisinden ABD’yi Sovyetler Birliğinin (Rusya) patlatacağı bombadan kurtarmak görevi almaktadır. Profesörün iki yaşamı vardır. Birinci yaşamında her şeyiyle normaldir ancak ikinci yaşamı olan şizofrenik bilinç boyutu ona daha gerçek görünmekte ve kendisinin asıl görevinin ABD’yi kurtarmak olduğuna yüzde yüz inanmaktadır. Filmi izlemeyenlere izlemelerini tavsiye ederek noktayı koyuyorum.

DENETİMSİZ HAYAL

Fetullah GÜLEN’in ise tek bir boyutu var ve o boyuttaki tek hayali KÂİNAT İMAMI olarak alt İMAMLAR GRUBU ile hayalindeki Türkiye ve hayalindeki dünyayı denetimi altına almaktır. O bu hayaline HİZMET diyor ancak pratikte ise tam tersi, Fetullah GÜLEN hayalini denetleyerek ülkesine insanlığa hizmet vermekten ziyade HAYALİ ONU DENETİMİ ALTINA ALMIŞ görünüyor ve o sadece gerçeklerden kopmuş olan hayalinin hizmetçisi durumuna girmiş... ve maalesef bunun farkında değil.

ROBOTLAŞAN ŞAKİRTLER

Kendi hayallerine tutsak olmuş bir insan beyin gücünü muazzam derecede kullanır. Aynı hayallere tutsak olanları öyle bir etki alanına alır ki, onun karşısında öyle bir robotlaşırlar ki kendilerinden istenileni yapmaktan başka hiçbir programları çalışmaz hale gelir.

Dininin kesin emirlerini çiğnemekten, eşini ömür boyu bir kalkan olarak kullanmaktan, evlâtlarına uzak kalmaktan, malını mülkünü cemaatin bankasına bağışlamaktan, devletin sınav sorularını çalmaktan, himmet hırsızlığından, bir kaç yüz dolara dünyanın öteki ucunda çalışmaktan, ülke Başbakanı’na kumpas düzenleyip tutuklamaya kalkışmaktan vs. vb. çılgınlıklardan ve şizofrenik düşlerden kurtulamazlar ve bunun adına da İHLAS İLE HİZMET derler.

DAMDAN DÜŞENİN HÂLİ

Mâlumunuz, Hoca Nasrettin bir gün damdan düşmüş, ah vah edenlere, boşuna yormayın kendinizi benim acımı ancak benim gibi damdan düşmüş birisi anlayabilir demiş. (Bu paragrafı ileride bir yere bağlayacağız)

MAHALLE BAKKALI

Rahmetli babam 1970-1980 yıllarında mahalle bakkalcılığı yaptı. Ben de yedi yaşımdan on beş yaşıma kadar 7x12 saat ful bakkal bekledim. Çocukluğum ev, okul ve bakkal üçgeninde geçti.

Eskiden bakkallar mahallenin dert yuvasıydı, buluşma noktasıydı ve en önemlisi de SİYASET MEYDANI idi.

Babam koyu bir Demirelci, abim şizofren derecesinde Türkeşçi, dayım soyadını değiştirecek kadar komünist, sokak komşumuz tapınma derecesinde Ecevitçi ve bir başka komşumuz fanatik Erbakancı idi. Süleymancılar, Nurcular (Hüsrev Efendi’nin yazıcıları ve Yeni Asya okuyucuları, yeni yeni palazlanan Fetullahçılar), tarikatçılar (Kadiriler, Nakşîler) ve her renkten tipler bizim bakkalda en ateşli tartışmaları yaparlardı. Ben de can kulağıyla dinlerdim. Tartışmayla ilgili sorular sorardım, sorularım büyüklerin hoşuna gider ve bana izah ederlerdi.

MANYAKÇA BİR KORKU

Ergenlik sürecimde bakkalda tartışılan fikirlerin en uç ve en uçuklarını aldım ve yaşam amacım haline getirdim. Yirmi beş yaşıma kadar Ümmeti Muhammedin ve insanlığın perişanlığına çâre olamamanın derin ızdırabını yaşadım. Hesap kitap gününde Allah’ın huzuruna çıkmaktan ve Rasululah’ın yüzüne bakmaktan manyak derecede korkar halde yaşadım.

ŞEHİT OLMAK

Üniversite yıllarımda bir ara “gizli düşler dünyamda”, Afganistan’a gidip Rus küffarıyla cihad ederek şehit olmak ve böylece Allah’ın huzuruna alnı kara çıkmaktan ve Rasulullah’ın yüzüne bakamamak durumundan kolayca kurtulmayı dahi düşündüm.

BEN DE HAYALLERİMİN ESİRİYDİM

İşte böyle bir hâleti ruhiyye içinde iken

Fetullah GÜLEN’in

mutsuz ve gergin yüzünde,

isyanları oynayan sesinde,

dünyayı kurtarmaktan başka mesaj çıkmayan hitabetlerinde

ve başka bir boyuta kaymış bakışlarında

KENDİMİ GÖRDÜM

Ve dedim ki “İşte benim gibi damdan düşmüş birisi”. Evet kafama göre bir mücadele alanı ve mücadele adamı bulmuştum...

KAYIŞ

Ülkem ve insanlık gayri İslâmi bir rejim içinde cehenneme doğru yuvarlanıyorken pısırık yöntemlerle Ümmete ve insanlığa çare olunamazdı. Gayri İslâmi rejim ve ideolojilere karşı GAYRI İSLAMİ MÜCADELENİN HER BOYUTU CÂİZ OLMALI İNANCINA tam kaymak üzereydim ki...

SUFİZME YÖNELİŞ

Üniversite yıllarımın sonuna doğru Muhsin YAZICIOĞLU rüzgârıyla Miliyetçi Hareket içinde namazlarıma ve ehli sünnetin itikadi ölçülerine daha fazla dikkat etmeye ve siyasi meşruiyet çizgisine çekilmeye başladım. Bir dostum “Bunca yıl alplik yaptık şimdi sırada ALPERENLİK var. Alperenliğin ilk şartı da HÂCE AHMET YESEVÎ gibi bir EREN’e intisaptır” ayaklarıyla beni tavlayıp bir dergâha götürdü.

KARIŞIKTIM İYİCE KARIŞTIM

Türklük, Müslümanlık, mücahitlik, şehitlik, ahirette hesap takıntısı, şeriat, ilim, hikmet derken bu sefer de sufiliğin “neş’e ve muhabbeti” ile tanıştım. Ancak benim gibi damdan düşen ve benim gibi hayallerinin tutsağı Fetullah GÜLEN’in gayri nizami ve yer yer gayri İslâmi mücadelesinin çekiciliğini de bırakmak istemiyordum. Fakat ehlisünnet itikadının ölçüsü daha kuvvetli bastı ve cemaatin kıyısında köşesinde dolaşmakla yetindim. İçine ve özüne girmedim.

HAYAL DÜNYASINDAN GERÇEĞE DOĞUŞ

Üniversite bitti... Evlendim ve ilk bebeğimi kucağıma aldığım an beni yedi yaşımdan beri tutsak almış olan “İSLAM ÜMMETİNİ VE İNSANLIĞI KURTARMAK” takıntım ve çılgın hayalim çatır çatır çökmeye başladı ve ikinci bebeğimde tamamen çöktü. Ben de çocuklarımla birlikte gerçekler dünyasına doğmuş oldum.

EMR OLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL

Rasulullah (S.A.V.) hayallerinin tutsağı değildi. Tüm ömrü gerçekler dünyasında aklı ve imanı ile kulluk etmekle ve bâtılla Kur’an ölçüsü içinde mücadeleyle geçti. Buna rağmen ömrünün sonuna doğru Hak O’nu dahi “EMR OLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL” ayetiyle uyardı.

İşte tek ölçü budur.

Gerisi

YEL DEĞİRMENLERİNE SALDIRMAK KAHRAMANLIĞINDAN başka bir şey değildir.

MECZUB İSE

Fetullah GÜLEN;

Hayalleri uğruna aklını askıya aldıysa, hayallerinin esaretinde kendi "sanal küçük dünyası”nda gerçeklerden kopuk yaşıyorsa...

Denetimsiz zihninden yansıttığı sanal ve hayal görüntülere Peygamber ile hakikatte keşfen görüşmek diyorsa...

Kâinata imamlık yapacağım derken... Vahşi kapitalizmin, Siyonizmin, Vatikan’ın, paradan başka mâbud tanımayan BİRADERLERİN ve silahlı terör örgütlerinin CEMAAT’i (kuklası) haline geldiyse...

Ve bu gerçeği fark edemeyecek kadar, bir ihtimal, MECZUB İSE...

Ki zâhir bir yönüyle böyle tecellî ediyor...

BU DURUMDA

Bizans’ın fethinde, aklı başında olmayan, sur içinde meskûn, ellerini açıp “gâvurcuklarımı koru” diye dua eden meczub CİBALİ BABA gibi Fetullah GÜLEN de belki fiillerinden Allah indinde mes’ul değildir, belki kurtulmuştur fakat ülkem, âlem-i İslâm ve aklı başında kişiler ve insanlık için kurtarıcı olamaz.

HER NE İSE

Fetullah GÜLEN;

kimine göre Kâinat İmamı,

kimine göre onun bunun ajanı,

kimine göre meczub,

kimine göre hain,

kimine göre kahraman...

Hakikat nedir ne değildir bilmiyorum.

Gerçekte ne olduğunu ve ne olmadığını merak da etmiyorum.

Her ne ise ve her ne olursa olsun;

Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz” ölçütü gereği icraatına bakıyorum.

İcraatının geçmişi de şimdisi de HAK ve HUKUK’a uymuyor...

Geleceğini de Allah’a havale etmekten başka sözüm yok.

Selam ve saygılarımla

Kemal Gökdoğan
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir."

***************************************************************************

Dini öğrenmek, yaşamak ve dinine hizmet etmek için bu cemaatin içinde bulunan samimi dindar arkadaşlarımızın gerçekleri bir an önce görmesi dileğiyle.

Adnan Tanrıverdi

ASSAM Ynt. Krl. ve

ASDER Onursal Bşk.

Paylaşmak ister miydiniz?

Submit to DeliciousSubmit to DiggSubmit to FacebookSubmit to Google BookmarksSubmit to StumbleuponSubmit to TechnoratiSubmit to TwitterSubmit to LinkedIn