Türkiye İslam Ülkesidir (21 Nisan 2005)

gercek hayat dergisi

Emekli Tuğgeneral Adnan TANRIVERDİ:

?Türkiye bir İslam ülkesidir?

Adnan Tanrıverdi

Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, TSK?den Yüksek Askeri Şura kararlarıyla emekli edilen askeri personelin kurduğu Adaleti Savunanlar Derneği?nin (ASDER) genel başkanlığını yürütüyor. 1964 yılında Kara Harp Okulu?na giren Tanrıverdi, KKTC Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı, 8nci Kolordu Topçu Alay Komutanlığı, 2nci Zırhlı Tugay Komutanlığı ve son olarak da Kara Kuvvetleri Sağlık Daire Başkanlığı görevlerinde bulundu. 30 Ağustos 1996?da kadrosuzluktan emekliye ayrıldı. Tanrıverdi, Kasım 2004?ten bu yana insan haklarının geliştirilmesi ve hukukun üstünlüğünün korunması için çalışmalar yapan ASDER?in genel başkanı.

Emekli Tuğgeneral Tanrıverdi?ye, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök?ün, geçen hafta Harp Akademileri Komutanlığı?nda söylediği, ?Türkiye bir İslam ülkesi değildir? sözünü nasıl değerlendirdiğini sorduk. Özkök?ün değerlendirmesini çok yanlış bulan Tanrıverdi, ?Türkiye İslam ülkesidir. Yüzde 99?u Müslüman olan bir ülke İslam ülkesi değilse hangi ülke İslam ülkesi olabilir ki!? diyor. Tanrıverdi, Türkiye?nin ?milli hedef?inin de sorgulanması gerektiğini düşünüyor.

 

 

 

Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, Harp Akademilerinde yaptığı konuşmada Türkiye?nin bir İslam ülkesi olmadığını söyledi. Bu halkın değerlerinin tehdit olarak görülmesi değil midir?

Genelkurmay Başkanı?nı insancıl yaklaşımları olan makul kişiliğe sahip biri olarak değerlendiriyorum. Ama yapmış olduğu açıklama normal şartlarda bugüne kadar gizlilik derecesi bulunan toplantılarda ifade edilen türdendi. 

 

Bu tür ifadeler daha önce özel toplantılarda mı kullanılıyordu?

Evet. Türkiye?nin en yetkili askeri ağzından, savunma politikamızı oluşturabileceği için gizliliği icap ettiren bir değerlendirme Sayın Genelkurmay Başkanımız tarafından basına açık olarak ve dünya kamuoyu duyacak şekilde yapılmıştır.

 

Neden bugün?

Önemli bir soru. Zannederim dış politika tesis edilirken bazı konularda mutabık kalınmıyor. Mesela bir süre önce Kara Kuvvetleri Komutanımız da Irak politikamız olmadığını söylemişti. Hem MGK üyesi, hem de Kara Kuvvetleri Komutanı olarak hükümetin benimsediği dış politikadan habersiz olması düşünülemez. Bu açıklama, Genelkurmay?la, Bakanlar Kurulu ve Dışişleri?nin bazı konularda mutabık olmadığı hakkında ipucu veriyor.

 

Yapılan açıklama bu bağlamda mı değerlendirilmeli?

Evet değerlendirilebilir. Genelkurmay, Türkiye?ye yönelik tehditlerin ve bunlara karşı ittifakların ne anlama geldiği hususunda açık olarak görüşlerini ifade etmiş oldu. 

 

Mesajı alması gereken kim? İktidar mı, toplum mu yoksa AB veya ABD?mi?

Kanaatimce önce Türk kamuoyunu etkilemek için verilmiş bir mesaj. Hem ABD?yle stratejik bir işbirliği yapmak ve AB?yle her türlü yakın ilişkiye girmekten başka alternatifimiz yok anlamına gelen bir değerlendirme. Genelkurmay Başkanı, ABD?yi tek süper güç olarak değerlendiriyor ve o gücün tehdit olarak değerlendirdiklerini de aynı şekilde tehdit olarak kabul ediyor.

 

ABD?nin Türkiye?ye yönelik ?Ilımlı İslam? projesini devreye soktuğu belirtiliyor, Genelkurmay Başkanı da, olmaz böyle bir şey diyor. Öyleyse burada bir çelişki yok mu?

Ben ABD?nin söylediklerini dürüstçe bulmuyorum. Hıristiyanlığın Evangelist mezhebinin koyu bir taraftarı olan devlet başkanıyla yönetilen ABD?nin Müslüman milletlere hiçbir şekilde olumlu yaklaşmadığını davranışlarıyla gördük. Söylemi, kamuoyunu etki altına almak içindir. ?Ilımlı İslam? İslami esaslara göre yönetilen ülkelerde ulaşmak istedikleri bir aşama. Hedefleri dinin herhangi bir şekilde etki etmediği yönetimler ihdas etmek. Bu bir basamaktır. Sayın Genelkurmay Başkanımız, Türkiye?nin o basamaktan atladığını düşünüyor. Netice itibariyle çok yanlış bir değerlendirme. ?Türkiye İslam ülkesi değildir? olur mu. Türkiye İslam ülkesidir. Yüzde 99?u Müslüman olan bir ülke İslam ülkesi değilse hangi ülke İslam ülkesi olabilir ki. Burada büyük bir çelişki var.

 

Yani?

Devleti devlet yapan üç unsur var. Sınırları belli bir vatan vardır. İkinci olarak belli değerleri paylaşan bir millet olması gerek. Üçüncüsü de milletin huzur ve refah, dışarıya karşı da güven içinde yaşamasını temin edecek bir teşkilatlanma olmalı. Devletin kilit unsuru millettir. Millet olmasa devletten bahsetmek mümkün değil. Peki milleti oluşturan ne? Ortak değerler. Bu değerler olmasa millet yok demektir. Ortak değerler kaynağını müşterek inançlardan alır. Türkiye?nin yüzde 99?u Müslüman?sa ortak değer İslamiyet?tir. Medeniyetimiz gelir buraya dayanır. Netice olarak bir devlet var olacaksa milletin değerlerini muhafaza etmelidir. Mufazasını sağlayamıyorsa millet dağılır, devlet de ortadan kalkar. Herhangi bir meyvenin, bitkinin çekirdeğinde nasıl bütün özellikleri muhafaza ediliyorsa devletin yönetim kadrolarında da milletin değerleri öz olarak tecelli etmelidir ki yönetim, milletin değerleriyle barışık, milletin değerlerini koruyan bir tavır içerisinde olsun.

 

Bu söylediklerinizden devlet-millet kaynaşması olması gerektiği çıkıyor?

Kaynaşması gerekir. Milletin değerleri devlete tehdit teşkil etmez. Bilakis devletin savunma, güvenlik sistemleri içerisinde milletin değerleri savunulmuyor ve geliştirilmiyorsa tedbirler yeterli olmaz. O güvenlik sistemleri bu milleti korumaya yetmez, devletin devamı tehlikeye girer. Ve burası bir İslam ülkesidir.

 

Güvenliğin korunmasından söz ettiniz. Son zamanlarda Türkiye?nin çeşitli yerlerinde toplumsal bazı hareketlilikler yaşanıyor. Hareketliliğin arkasından böyle bir açıklama ateşe benzin dökmek anlamına gelmez mi?

Toplumsal olayların ve bayrak yakma hadisesinin yurtdışından provake edildiğini düşünmüyorum. Bunlar yurtiçi kaynaklı hareketlilikler. Nasıl ki irtica, tehdit olarak bazı resmi dokümanlara yerleştirilmeden önce bir kısım provokatörler vasıtasıyla halkın dindar insanlara karşı kuşkuyla bakması temin edildiyse şimdi de bölücülüğün irticayla birlikte esas tehdit olarak yerleşmesi için kamuoyu oluşturma çalışması yapılıyor. Ama devletin belli etnik grupları, dini grupları, mezhepleri devlete tehditmiş gibi görüp bizzat kendisinin bölücülük yapması kadar bizi başka hiçbir şey bölemez ve tehdit edemez. Bunu çok iyi değerlendirmek gerekiyor.

 

Toplumun siyasi tercihlerinin askeri irade tarafından sürekli reddedilmesi toplumu umutsuzluğa sevk etmez mi?

Gayet tabii. Toplumu umutsuzluğa, şaşkınlığa ve değerlerini yaşamaktan vazgeçmeye, sevk ediyor. İki kişilikli toplum haline getiriyor. Hem değerlendirmenin kendisi hem de bu değerlendirmenin toplum önünde yapılması yanlış. Genelkurmay Başkanı?nın toplumun ideallerini oluşturmak gibi bir görevi, inançlarını beğenmeme ve tehdit olarak görme gibi bir hakkı yok.

 

Öyleyse neden bu açıklama?

İktidarlar ve meclis cesaretli bir şekilde sorumluluklarını yerine getirmiyor. Boşluk bırakıyorlar, vaziyeti kontrol altına almıyorlar. Milletten aldıkları desteğe uygun olarak konumlarını oluşturmuyorlar. İkincisi de devletin teşkilatlanmasında yanlış var.  Çok başlılık var. Devlette çok başlılığı anayasa temin etmiş. Bir tarafta başbakan var, diğer tarafta MGK Cumhurbaşkanının denetimi altında toplanıyor. Genelkurmay, icranın kontrolünde bir unsurudur ama haftalık olarak Cumhurbaşkanını ziyaret eder. Yani bu tür yaklaşımlar sevk ve idarede başarısızlık getirir. Siyasilerimiz güvenlik konusunda sorumluluk almıyorlar. Güvenlik meselesini silahlı kuvvetlere bırakamazlar, çünkü bu sorumluluk onlara ait. Milli tehdidin belirlenmesinden bakanlar kurulu sorumludur. Kendi sorumluluklarını ürkek bir tutum içerisinde üstlenmiyorlar. 

 

AB?ye uyum yasalarıyla egemenliğini bir bölümünün AB?ye devri söz konusu? 

Bu kesin. İmamlar bile okuyacakları hutbeleri AB?ye danışacaklar.

 

Toplumun bu şekilde örselenmesi dışarıdan gelecek manipülasyonlara açık olmasına neden olmaz mı?

Devletimizin ve milletimizin aklını başına alması gerekiyor. Sorunlar daima kendi içimizde çözülür. Hiçbir şekilde dışarıdan alınacak güç ve destekle ülke içindeki sorunlar çözülmez. Genelkurmay Başkanı NATO?nun yeni organizasyona gittiğini, çevik, kriz bölgelerine müdahale edebilen, terörle mücadeleye dönük bir güç haline geldiğini söyledi. Demek ki Batı artık kendine tehdit olarak modern silahlı kuvvetleri değil, halkı görüyor. Milletin mukavemetini görüyor. Bu mukavemeti ortadan kaldırmak için Müslüman milletler üzerinde yoğun bir psikolojik savaşa girişecek.Ülkemiz de bunun hedefi halinde. Maalesef bizim basiretsiz bir kısım yöneticilerimiz de bu psikolojik harekatın unsuru olarak değerlerimizden vazgeçilip Batının değerlerinin benimsenmesi gibi bir çaba içindeler. Bu bir milletin yok olmasının başlangıcıdır. AB?ye girip oradan bir kısım değerlerle içimizdeki dinamiklerle mücadele edebiliriz demek de yanlış. Böylesine siyasi programlarla ortaya çıkmak millete yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir. Dışarıdan alınacak göstermelik hürriyetlerle inancın yaşanabileceği bir ortam oluşacağını hayal etmek de gaflettir.

 

AK Parti?nin AB konusundaki aşırı çabası da muhtemelen kendini çok rahat hissetmemesinden kaynaklanıyor?

Yanlış temelle doğru bina olmaz. Böyle düşündüğünü tahmin etmiyorum. Bu nedenle bunu değerlendirmeyelim isterseniz. Ama öyleyse yanlış bir istikamette olduklarını bilmeleri gerekiyor.

 

Başbakan geçen gün yaptığı bir açıklamada AB?nin Türkiye?yi bölmeye yönelik bir çaba içerisinde olduğunu söyledi. AB?ye karşı bir hayal kırıklığı vardı sanki?

Bunu bugün değil, üç sene önce, on sene önce bileceklerdi.

 

İslami kökenli bir partinin AB?yi bu denli savunmasını hiç kimse anlayamadı zaten?

Benim Avrupalıyla ne müşterekim olabilir. Dilim bir değil, dinim bir değil, geçmişim bir değil, geleceğim bir değil. Ve ahiretim de bir değil. Ben bunlarla nasıl bir millet olabilirim ki. Bir milletin millet olabilmesi için ortak değerleri olması gerekmez mi? AB?nin hedefinde Avrupa?daki devletlerin birleşmesi yok mu? AB buna giden bir süreç. Biz onların bünyesine gireceğiz. Orada çıkan kanunlar bizde de uygulanacak, oranın yaşama tarzını benimseyeceğiz. Yani cephe değiştiriyoruz. Bugün Kuzey Irak?ta ABD?nin yaptığı hareketi desteklemek zorunluluğu duyuyoruz. Neden? Çünkü stratejik ortağımız. Peki AB?ye girersek ve başka İslam ülkelerine yönelik işgaller söz konusu olursa her türlü gücümüzle onları desteklemek zorunda olmayacak mıyız? Bu durumu tamamen benimsemedikçe bizi AB?ye kabul edebilirler mi? Bazıları da diyor ki, ?İslam?ın inkişafı için AB?ye girmek faydalıdır.? Bu da bir gaflet. 

 

Eğer bu değerleri tamamen benimsemiş olarak AB?ye girersek ayrı bir egemenliğimiz olmayacak ki?

Öyle. Yozlaşmış olarak gireriz, değerlerimizi kaybetmiyorsak biz zaten oraya giremeyiz. Dolayısıyla tavizler verir, manipülasyonlarına muhatap olup dost olacaklarla irtibatlarımızı keser dünya üzerinde yapayalnız hale geliriz. Bu ülkeler 1.5 milyarlık İslam alemini potansiyel süper güç olarak görüyor, fırsat vermemek için Müslümanlara savaş açıyorlar. Demek ki Müslümanları kendilerine rakip olarak görüyorlar. Müslümanlar ise Türkiye?yi lider olarak görüyor. Devletlerin nasıl düşündüğü belli değil ama millet1ler böyle düşünüyor.  Peki bu potansiyelden yararlanmak varken neden düşmanlarımızla işbirliğinde oluruz anlamak mümkün değil. 

 

 

Ters kadrolaşma araştırılmalı

İnancını, değerlerini yaşamak isteyen insanların mağdur edildiği bir dönemden geçiyoruz. Devletten bunlar tasfiye ediliyorlar. Ters yönde bir kadrolaşma var silahlı kuvvetler içinde. Dikkat edilmesi araştırılması gereken bir mevzu bu. Milletin değerleriyle makas olabildiğince açılıyor bu kadrolaşmayla. 28 Şubat süreci içerisinde silahlı kuvvetlere personel alınırken inançlar ve aile iyice mercek altına alındı. İslami inanç ve eğitime tabi olanlar dışarıda tutuldu. ?Mürteci? ve ?devleti tehdit ediyorlar? denilerek silahlı kuvvetlerden tasfiye edilen insanların sayısı 1000?i buldu. Her türlü savaş eğitimi görmüş insanlar bunlar. Eğer gerçekten tehdit teşkil etselerdi örgütlenir ve devlete problem olurlardı. Ama aradan 10 yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen hiçbir şekilde organize suç içine girdikleri görülmedi. Adli suç bile işlemediler. Dolayısıyla irtica söylemi safsatadan ileri gitmedi. Dikkat edilmesi gereken husus, silahlı kuvvetler içinde İslami inançlar dışındaki kadrolaşma. İrticayla mücadele kisvesi altında dindar insanlara karşı mücadele verenler terfide öncelik alıyor. Bütün bunlar 15-20 yıl sonrası için millet için bir sorun haline gelmez mi? Bu nedenle meclise ve topluma görev düşüyor. Ters kadrolaşmanın mutlaka araştırılması gerekiyor.

 

 

?Milli hedef?in sorgulanması gerekiyor

İstanbul Milletvekili Emin Şirin, Başbakanlığa yazılı soru önergesi vererek devletin irticayı nasıl tanımladığını sordu. İrticanın tanımı yapılamıyor ama sürekli toplumun karşısına çıkıyor. Siz ocaktan gelen biri olarak ne anlıyorsunuz irticadan?

Sayın Genelkurmay Başkanı açıklamalarında ABD ve AB?nin değerlerini paylaştığına dikkat çekti. AB?nin değerleriyle uyumlu bir yaşama girmeyi arzu ediyoruz dedi. Bunlar altı çizilecek ifadeler. İrticanın ne olduğunu sordunuz ya? Bizim belirlenmiş milli hedefimiz ne? Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak. Ne demek bu? Uygarlığımı ve medeniyetimi beğenmiyorum. Bu medeniyet beni refaha ve güvenliğe ulaştırmıyor, zengin etmiyor, modernleştirmiyor. Çağdaş batı medeniyetini önümüze hedef olarak koymuşuz. Batı medeniyeti kaynağını nereden almış: Hıristiyanlık ve Yahudilikten. Bu dinlerin etkilediği bir medeniyet ve kültür. Bunu kendimize hedef tespit etmişiz. Peki bu hedefe ulaşmayı engelleyenler kimler? Bizim beğenmediğimiz medeniyeti, onun kültürünü, inancını yaşamak isteyen ve bu medeniyetin devamını millette sağlamak isteyenler hedefe ulaşmada bir tehdittir. Yani bir anlamda ?milli hedef?in sorgulanması gerekiyor. Müttefiklerimizin sorgulanması gerekiyor. Esas tehdit ?irtica? mı? Milletin ve devletin ilerlemesini engelleyen bu milletin inancı mı? Yoksa İslam coğrafyasını kontrolü altına almak isteyip buralara zulüm ve gözyaşından başka bir şey getirmeyen batılılar mı? Dolayısıyla hem milli hedefimizi, hem de gerçek tehdidi sorgulamanın zamanı geldi artık. 

 

Paylaşmak ister miydiniz?

Submit to DeliciousSubmit to DiggSubmit to FacebookSubmit to Google BookmarksSubmit to StumbleuponSubmit to TechnoratiSubmit to TwitterSubmit to LinkedIn